24. Bölüm

14.5K 904 67
                                    

Kendi ellerimle bir canavar yarattım resmen. İlginiz muazzam. Her seferinde "Sınır yarın kadar aşılmaz, ağırdan alabilirsin" desem de siz akşama sınırı geçmiş oluyorsunuz. Harikasınız. Sınır koymayacağım ancak belirtmek isterim ki aynı performansı bekliyor olacağım. Lütfen sizi teşvik etmem için sınır koymamı beklemeyin. Bolca yorum yapın ve mutlaka oy verin 🤗Yeni bölüm yarın ya da yarın akşam.

(Tehdit etmek gibi olmasın ama oy ve yorumlarda düşüş görürsem tekrar sınır koyarım😈)

🍂

Annabelle eteğindeki kırışıklıkları düzeltmekten vazgeçip birbirine girmiş saçlarını bir nebze olsun düzeltmeye çalıştı ancak tüm çabaları işe yaramamak için ısrar ediyordu. En sonunda aynaya bakmaya son vererek Lord Beast ile göz göze gelmemeye özen göstererek odadan çıktı. Utanıyor muydu? Hayır. Belki de evet. Sadece henüz birisiyle -kocasıyla- birlikte olduğunu idrak edememişti. Sanki dakikalar önce kır bahçesinde yürüyordu ve birisi onu dürterek rüyasından uyandırmış gibiydi.

Koridoru aştı, hole çıktı ve oradan arka kapıya yönelerek soluğu bahçede aldı. Annesi yaşlı çınar ağacının altındaki koltuklardan birine oturmuş, gözlerini önündeki uçsuz bucaksız gibi görünen yeşilliğe, koruma gibi yeşilliğe eşlik eden ağaçlar çevirmiş, rüzgarın dağların üzerinden kayıp giderken çıkardığı sesleri dinliyordu.

Leydi Risperdal çoğu zaman olduğu gibi bugün de morun en hoş tonundaki elbisesini giymiş, saçları rüzgardan kabarmasın diye aynı renkte bir şapka takmıştı. Eldivenleri leylak rengi, tenine sürdüğü koku menekşe kokusuydu. Annabelle  derin bir nefes aldı ve yanaklarındaki sıcaklığın gitmesi için buz gibi avuçlarını yanaklarına bastırdı.

Hemen yanında beliren Heaven "Bir ihtiyacınız var mı, Leydi McMyers?" diye sordu.

Annabelle yanaklarına koyduğu ellerini iki yanına indirirken dili tutulmuş gibiydi. O da biraz önce ne yaptılarını biliyordu. Alfred, Grace ve hatta küçük Maria bile belkide ne yaptıklarını biliyordu. Dudaklarını ıslattı ve yutkundu "Sıcak su," diye mırıldandı ve tıkanan boğazını temizledi. Sonuçta kocasıydı ve Heaven ile Alfred, Grace ile William bu yaptıklarını yapmışlardı. Defalarca. Neden onlardan utanıyordu? Bunu herkes yapacaktı. "Küveti hazırlar mısınız?" diye sordu en sonunda kendini toparlayarak.

Heaven sevecen gülümsemesini yüzüne yerleştirirken "Elbette. Arzu ettiğiniz herhangi bir koku var mı?" diye sordu.

"Her zamankinden,"

"Odanıza mı hazırlamamı istersiniz...-"

Annabelle odanın son halini hatırladığında tüyleri diken diken oldu "Hayır, başka bir odada lütfen," dedi.

"Hemen hazırlıyorum," diyerek Heaven içeri girdi.

Annabelle biraz olsun yatışan hislerini perdeleyip emin adımlarla annesine doğru yürüdü. Evde haftanın en az üç günü üzerine giydiği mor elbiseyi onu ziyarete gelirken giymesini güç gösterisi olarak algıladı. Annesi o günden beri moru sevmediğini, mora ait her şeyden nefret ettiğini biliyordu ancak Lord Beast'ten daha inatçıydı. Evin tamamını mor ile kaplamasa da menekşe kokusunu sürdüğünde her yere dağılırdı. Annabelle sırf bu yüzden kendini dışarı atardı. Genelde kışları okulda olurdu ancak geçen kış soğuktan dışarı çıkamamıştı ve Annesinin üzerinden yayılan menekşe kokusuna dört ay tahammül etmek zorunda kalmıştı. Hayatı boyunca geçirdiği en berbat dört aydı.

Şansına düğün günü ne mor giymişti ne de menekşe kokusunu sürmüştü. O gün tüm zamanların aksine annesini en çok sevdiği gündü. Aynısının her gün tekerrür etmesi için elindekilerden vazgeçebilirdi.

Annabelle & the Beast | Kraliyet Düşmanları Serisi - 1Where stories live. Discover now