Cennet Beyazı - Bölüm Üç

613 138 63
                                    



Her şeyi düzelteceğimize inanmanı istiyorum. Çünkü ne kadar seviyorsak, o kadar güçlüyüz.


BÖLÜM ÜÇ


Can, ellerini kapının koluna götürdü. Belki içeri girse, belki her şeyi unutturacak bir güçle sarılsa, hatta belki bir süredir kaybettiği kanı kadar sıcak bir tutkuyla hissetse Dünya'nın vücudunu... Sevişseler bedenleri ve ruhlarını birleştirerek... Sonra da özür dilese, affettirebilirdi kendini. Ama vazgeçti, çekti elini kapı kolundan. Bunu yapamayacağını biliyordu...

Kapıya sırtını dayayıp yavaşça oturdu. İçinin boşluğunda bir süredir yankılanan, nereden geldiğini bilmediği, bilmediği ama sorgulamadığı Neşet Ertaş türküsünü döktü kelimelere. İstemsizce gelişiyor gibiydi her şey.

Aynı noktadan yaslanmışlardı kapıya. Dünya'nın sırtına yaslandığını hissetmişçesine, huzurlu bir huzursuzlukla söylemeye başladı türküyü.

Cahildim dünyanın rengine kandım.

Hayale aldandım boşuna yandım.

Seni ilelebet benimsin sandım.

Ölürüm sevdiğim zehirim sensin.

Evvelim sen oldun, ahirim sensin.

Aynı anda dökülüyordu gözyaşları. Öyle çok hissetmişlerdi ki birbirlerini kapı yok hükmündeydi artık. Gözyaşları yanağını durmaksızın ıslatan Can, daha fazla devam edemedi. Ellerini yüzüne kapatıp- sanki isteyince duracak bir şeymiş gibi- ağlamasını durdurmaya çalıştı...

Bir süre kendini sıkıp gözyaşlarını durdurmaya çabaladıktan sonra gözleri ayaklarına ilişti; kan içindeydiler. Titreyen ellerinden sağ mı yoksa sol mu olduğunu ayırt edemediği bir tanesini ayağının altına sürttü. Lanetlenmiş bir şehrin, terk edilmiş evleri gibiydi bedeni, ıslak, kanlı, acı içinde...

Hissedebildiği ölçüde cam parçalarını çıkartmaya çalıştı ayağından. Tabanının bir bölümü açılmıştı. Hangisi daha acı verici diye düşünmeye başladı. Şu anda hissettiği bedensel acı mı yoksa ruhundaki o derin kesik mi?

Düşünmeyi bırakıp nihayet Dünya'ya bir şeyler söyleme ihtiyacını hissetti. Parmağını ayaklarına sürterken konuşmaya başladı.

"Biliyor musun? Ben aşk ve sevgi ayrımını hiçbir zaman anlamadım. Kendimi bildim bileli sen oldun hayatımda; aşkın da sevginin de en çok sen halini gördüm. Bana sorarsan eğer, aşık olduğun zaman bir sevdaya mahkum olmak zorundasındır. Nefes almak ve nefes vermek gibi tıpkı... Biri yoksa öbürünün hiçbir anlamı kalmaz."

Can bir süre bekledi ve sözlerine devam etti.

"Beni dinliyorsun değil mi küçüğüm? Şimdi bana itiraz ettiğini hissedebiliyorum. Bu söylediğim ikisinin birebir aynı olduğu anlamına gelmiyor elbette. Yeri geliyor bir kasabı, komşumuzu ya da tezgahtarı da sevebiliyoruz ama ona aşık olmuyoruz, biliyorum.

Anlatmaya çalıştığım şey, birbirini tamamladıkları.

Bak sana bir örnek vereceğim, o zaman ruhumdaki bu geçişi daha iyi anlatacağım.

Aşk, elimdeki bir parça ekmeğinin yarısını sana vermektir.

Sevmek ise, o bir parça ekmeğin hepsini sana vermektir.

Önce ekmeğin yarısı, sonra tamamı. Önce kalbimin yarısı senindi şimdi tamamı."

Cam parçalarını çıkartmaya çalışırken bir tanesi daha çok içeri girmişti, birden irkildi ve sustu Can. Uzun bir süre dişlerini sıktıktan sonra konuşmaya devam etti.

"Seninle hiç konuşmamış ve asla da konuşamayacak birine âşık olmak, onu seviyor olmak... Ondan hiçbir zaman 'Seni seviyorum' ya da benzeri bir sevgi sözü duyamayacak olmak... Dahası dokunamamak, öpememek, vücudunun kıvrımlarını bilememek... Sanırım tüm bunlar beni yoruyor. Evet, yoruluyorum ama lütfen yanlış anlama, söylemeye çalıştığım şey, senin bedenine - kadınlığına ihtiyaç duyduğum değil.

Aksine, bunların ne kadar gereksiz olduğunu anlıyorum seninle. Her seferinde varlığının huzuru yetiyor içimi rahatlatmaya. Öyle bir bakıyorsun ki bazen, öyle güzel ve içten gülümsüyorsun ki en ateşli sevişme halt etsin bizim kaçamak bakışlarımızın yanında diye düşünüyorum.

Varlığını bilmek, gülümsediğini görmek, herhangi bir odada karşıma çıkma ihtimalin, saçlarının rüzgarında nefes almak, bunlar tüm zevklerin ötesinde, ruhumu doyurmaya yetiyor.

Konuşamıyor olmamızı dert etmiyorum küçüğüm. Gözlerinden hiç bilmediğim şarkıları dinliyorum bazen. Biliyor musun, çok güzel sesi var gözlerinin."

Konuştukça rahatlamıştı Can, artık asıl konuya gelmesi gerekiyordu.

"Sen hiç konuşan, dahası özür dileyen bir eşek gördün mü Dünya? Bak, şimdi göreceksin. Hazır mısın?

Özür dilerim. Ben, bu tür krizlerin nasıl olduğunu anlayamıyorum. Sadece,

bazen, çok uzak hissediyorum seni. Sanki yanımda, karşımda değilmişsin gibi.

Ama suç benim, sevmedin değil mi yemeğimi? Reçelli omlet mi olur lan? Şimdi çıkacağım, biraz bu eşeği görmemek sana iyi gelecektir. Atölyeye gideceğim, geldiğimde çok güzel bir yemek yapacağım. Her şeyi düzelteceğimize inanmanı istiyorum. Çünkü ne kadar seviyorsak, o kadar güçlüyüz."

***

İçindeki enkazın altında kalmış kelimelerin tamamını dışarıya vurmuş olmanın rahatlığı vardı artık ruhunda. Ayaklarının altını son kez kontrol etti, hissedebildiği hiçbir cam parçası yoktu. Dünya'nın da gülüyordu yüzü yeniden, yanaklarına akmış rimelleri gamzeleriyle birleşip yağmurda yıkanmış küçük bir kasaba dokusu katmıştı yüzüne. Ayağa güçlükle kalkan Can yatak odasının kapısına yüzünü iyice dayayıp tekrar konuştu.

"Senden hiç duyamayacak olsam da ben her seferinde yenileyebilirim bunu: Seni seviyorum, seni çok seviyorum."

Sözünü bitirdikten sonra aksayan adımlarla salondaki ecza dolabına yöneldi.

O ayağıyla uğraştığı sırada yatak odasının altından beyaz bir kâğıt belirdi. Fakat ayağını sarmakla meşgul olan Can bunu fark edememişti.

Tedavisini düzensiz bir şekilde tamamladıktan sonra ayakkabılarını güçlükle ve acı çekerek giydi. Evden ayrıldığında, arkasında Dünya'nın okunmamış beyaz notu kalmıştı ve şöyle yazıyordu:

"Seni çok seviyorum. Önemli olan söylemem değil, hissetmen

bana kalırsa. Öyle değil mi? Hisset sevdamın şarkısını!"

Bölüm Sonu

Bölümü dinlemek için: youtube.com/watch?v=SOR3LT-u0yA

SESLİ KİTAP - Cennet BeyazıWhere stories live. Discover now