#33 - Elif

223 27 95
                                    


Merhaba! Kitabın 200 sayfası bitti. Artık son 100'deyiz. İçimde garip bir hüzün var, bu hikâyeyi bitirmek istemiyorum hiç. Neden böyle oldu acaba? Neyse... Yanımda olduğunuz için teşekkürler.

Bu bölümden birkaç gün sonra sosyal medya hesapları ile ilgili bir paylaşım yapacağım, yeni bölüm zannetmeyin diye şimdiden uyarıyorum.

---

Acılar neden her seferinde, kıyamet suru üflenmiş gibi kefenlerini yırtıp diriliyordu ki? Neden taze mahşerleri solumak zorundaydı sevdiğini kaybeden biri?

BÖLÜM OTUZ ÜÇ - ELİF

           Sekizinci ayın ilk günlerinde doğum süresinin geldiğini belli eden çığlıklar atıp sancılar çekmeye başladı Elif. Böylesine güçten düşmüş, çökmüş bir kadından bu seslerin nasıl çıktığını anlamıyordu kimse, nasıl bir acı duyduğunu düşünmek bile acı vericiydi. Normal ve sağlıklı doğumlarda dahi bir annenin, aynı anda yirmi kemiğinin kırılmasına eşdeğer bir acı çektiğinin bilimsel gerçeği varken, Elif'in kemiklerinin toz haline geldiğini tahmin etmek zor değildi. Erken doğum olacaktı.

Gözleri koyu kızıl kanın boyunduruğundaki kadın, aceleyle doğumhaneye götürülmeye hazırlanırken Cemil'in elini tüm gücüyle tuttu. Bir karınca direnişiydi parmakları ve gözleri tükenişin yağmur duasıydı, yağmaktan yorulan.

Karısının yüzündeki terleri silen ve ağlamamak için sıktığı dişiyle dudağını patlatmış adam, Cemil, hiç konuşmadan hayatındaki en değerli varlığın söylediklerini anlamaya çalışıyordu.

"Bak sevgilim, dayandık ve kazandık. Oğlumuz artık bizimle olmak üzere. Üstelik ben ona isim bile buldum biliyor musun? Eğer birazdan kaybeden ben olursam o kutuyu oğlumuza sen vereceksin! Onu benden daha çok seveceksin.

Defterin sadece ilk sayfasını okuyabilirsin. Eğer okumaya devam edersen, ruhum asla rahat olmayacak ve ben sana gökyüzünden Tanrıyla birlikte küfürler edeceğim..."

Gözleri oğluna hazırladığı koyu mavi renkli kutudaydı Elif'in. Sık sık çığlıklarına boyadığı konuşmasını tamamlayamadı.

Artık saklayamıyordu gözyaşlarını Cemil, muhalif damlalar yanaklarını tırmalayarak işgale başlamıştı. Ağzının içinde hissettiği kan kokusuyla beraber kafasını salladı. Bu işaret, Elif'in söylediği her şeye onay verdiğini, sorgusuz kabul ettiğini gösteriyordu.

Kadının yattığı tekerlekli yatağı hızla doğumhaneye götürdüler. Öylece kaldı odada, yarım yamalak, yapayalnız ve çırılçıplak. Karısının avuçları kayıp gitmişti avuçlarından.

Gözyaşıyla karışık boş bir hastane kokusu vücudunun tüm gözeneklerini doldururken karısının hazırlattığı kutu ilişti gözüne. Ruhsuz bir şekilde gidip aldı, sıkıca tuttu, içine sokmak istercesine bastırdı göğsüne. Fakat nefessiz kalalı yıllar geçmiş gibi hissediyordu, gücü kalmamıştı artık. Ayaklarına daha fazla işkence etmeyerek kendini yere bıraktı. Bağıra bağıra ağlamaya başladı. Birkaç küçük çocuğun ruhları ve gözleri birleştirilmişçesine ağlıyordu.

Doktoru, karısının doğum süresine kadar dayansa dahi doğum anında böylesine güçsüz bir bünyeyle doğum zorluğunu kaldıramayacağını defalarca söylemişti. Bu sebepten dolayı da defalarca ikna etmeye uğramıştı Elif'i. Ama başaramamıştı... Ellerinin içinden gitmişti kadını...

Kalkamıyordu oturduğu yerden, elinde kutu, dizlerinin bağı çözülmüş bir vaziyette hıçkırarak ağlıyordu. Gözlerinde süzülen damlaların ıslattığı mavi kutuyu açtı. Titriyordu elleri, boğazında kocaman bir düğüm vardı.

SESLİ KİTAP - Cennet BeyazıNơi câu chuyện tồn tại. Hãy khám phá bây giờ