Cennet Beyazı - Bölüm Altı

447 97 63
                                    


Eğer bir kez daha karşılaşmamız gerekiyorsa, elbet karşılaşırız. Yürüdüğümüz yolların bizi kime yaklaştırdığını o kişiyi görene kadar bilemeyiz çoğu zaman. Karşılaştığımız zaman ise fark edemeyiz. İşte o zaman çok geç olur.


BÖLÜM ALTI



Hazirana sevdalanmış bir mayıs ayında, Anadolu yakasının güney sahili yaz mevsimini çoktan giymişti üzerine. Gökyüzü mavinin en huzurlu tonlarını cömertçe sergiliyordu. Deniz kokusuna küçük çocuk sesleri karışıyordu durmaksızın.

Taksiden indikten sonra, Arzu birkaç kez koluna girerek yardımcı olmayı teklif etmiş olmasına rağmen Can kabul etmemişti.

Üsküdar'da, durgun denizi ve Kız Kulesi'ni gören bir kafenin boş masalarından birine karşılıklı oturdular. Can için hiçbir anormallik yoktu, aslında normallik de yoktu. Daha önce hiç yaşamadığı bu sürece bir anlam yükleyemiyordu. Bu yüzden rahattı, şarkılar söylüyordu sessizce. Ve bir de türküler, Neşet Ertaş tınısı taşıyan...

Dünya'yı düşünüyor ve tüm çehresini kontrol edemediği bir gülümseme işgal ediyordu. Aynı rahatlık Arzu için geçerli değildi. Karşısında kendi kendine gülümseyen, tam bir muamma olan, garip bir adam vardı. Neden bu kadar tanımak istiyordu bu garip adamı; bulmaca çözmeyi de sevmezdi üstelik!

"Bazen tesadüfler olmasa daha iyi olabilirdi insanlar için." diye düşündü. En azından böyle bir boşluğun içinde bulmazdı kendini.

İkisinin suskunluğunu garson böldü. Kola ve salep söylediler. Bunu fırsat bilen Arzu, yeniden konu açmaya çalıştı. "Bu kadar sıcak havada salep de nereden çıktı bay gizem?"

Masa örtüsünü inceleyen Can bir süre sustu, gözlerini karşısındaki güzel kadına dikip cevap verdi. "İçimin o kadar sıcak olduğunu nereden biliyorsun?"

Arzu duyduğu cevabı güçlükle hazmetmeye çalışsa da ilk kez hitap şeklinin değişmiş olması dikkatinden kaçmamıştı, ikinci çoğul şahıs ile ikinci tekil şahıs arasındaki samimiyetin sıcaklığında ısındı yanakları. Konuşmayı sürdürmek için hemen yeni bir soru sordu.

"Çok felsefi bir cevap oldu sanki. Bunun cevabını Platon'a bırakıyorum ve asıl soruma geliyorum; anlat artık, ne oldu sana? Kimsin? Nesin? Hayatımda senin kadar garip bir insan daha görmedim. Çok farklı bir şeyler var sende, garip bir enerji gibi..."

Son söylediğinin fazla cüretkâr olduğunu düşünerek pişman oldu. Oysa Can için diğerleri gibi normal bir cümleydi bu da. Altında herhangi bir anlam aramak gelmiyordu aklına, yüreğinin başkası için çarptığına emindi.

"Ne olduğunu hatırlamıyorum tam olarak. Ayaklarıma da cam kırıkları batmıştı sanırım, öyle alelade sardım ben de."

İlk kez karşısındaki bulmacadan birkaç ipucu almanın heyecanıyla araya girdi.

"Cam kırıklıkları nereden çıktı ki? Bir insan ayağında cam kırıklarıyla yürür mü hiç?"

Önce dudaklarını hafifçe açtı Can, sonra hiçbir şey söyleyemeden sustu. Konuşamıyordu sanki. Dünya'yla kavga ettik, sevgilimi ağlattım, her yeri savaş alanına çevirdim, gibi şeyler söylemesi gerekiyordu. Aslında amacı da buydu fakat söyleyemedi. Nedenini anlayamadığı bir şekilde yalan söylerken buldu kendini.

"Tansiyonum düştü. Biraz da sarhoştum, hava almak için dışarıya çıktım. Aslına bakarsan neler olduğun tam hatırlayamıyorum."

Yalandan nefret ediyor olmasına rağmen, üstelik hayatı boyunca birkaç kadeh dışında içki içmemişken neden böyle bir cevap verdiğini sorgulamaya başladı.

SESLİ KİTAP - Cennet BeyazıWhere stories live. Discover now