Cennet Beyazı - Bölüm Sekiz

350 92 50
                                    

Doğrusuyla yanlışıyla, gizlemeden ve kandırmaya meyil etmeden, bir ilişkide dürüst olmak sevmenin en büyük haliydi. Samimi olmayan bir sevgi kelimesinin, en adi hakaret kadar dahi hükmü yoktu, iyi biliyordu.

BÖLÜM SEKİZ



Arzu'nun yanından ayrıldıktan sonra, sahildeki banklara oturdu ve bolca deniz havası çekti içine. Ağır adımlarla, aksayarak yürümesi hiç kolay değildi. Başındaki bandajı yokladı, neler olduğunu hatırlamaya çalıştı. Hissettiği acıdan başka hiçbir şey yoktu beyninde. Caddenin kenarında durup geçen taksilere işaret etmeye başladı. Buradan bir an önce gitmek niyetindeydi.

Dakikalar sonra boş gelen bir taksi yol kenarında durdu. Araca bindikten sonra "Kadıköy'e usta." dedi.

Evine dönüp günlerce uyumak istiyordu. Belki de aylarca... Şoför başını nazikçe sallayıp aracı hızlandırdığı sırada fikrini değiştirdi.

"Ya da hayır! Şimdilik yolu takip et sen ustam, karar verince sana söylerim."

Şoför arka koltuktaki başı sargılı adama kuşkulu bir şekilde baktıktan sonra, "Nasıl isterseniz." diyerek yola devam etti.

Başını cama yaslayıp dakikalarca yolu izledi. İçindeki anlamsız boşluk görüntülerin de içini boşaltıyordu. Yollar bomboştu, yürekler, sarılmalar, kadınlar, erkekler, dilenciler ve İstanbul... Her şey bomboştu.

"Beyefendi, birazdan köprüye geleceğiz. Avrupa yakasına geçmemi ister misiniz?"

Şoförün sesiyle kendine gelip doğruldu. "Olur." dedi. "Kıta değiştirmek iyi gelir diyerek kendime bir bahane yaratmak istiyorum. Ne alakası varsa artık, göreceğiz!"

"Efendim, anlamadım? Devam edeyim mi?"

Can, kendini kuşkulu bir şekilde dikiz aynasından süzmeye devam eden taksi şoförüne gülümseyerek cevap verdi. "Devam et ustam."

Koyu mavi denizin üzerinde kâğıttan yapılmış gibi küçücük görünen gemileri seyretti 15 Temmuz Şehitler Köprüsü boyunca. Yoğun akıcı trafikte devam ettiler bir süre. Heybetleriyle bulutlara kafa tutan gökdelenleri gördüğü zaman artık Avrupa Yakası'ndaydılar.

Birbirinden ünlü ve birçoğu yabancı markaların isimlerinin yazılı olduğu yapılar aziz İstanbul'u esir almış gibi mağrur ama tehditkâr bir şekilde duruyordu. Her şeye ve tüm yozlaşmaya rağmen solundaki Dolmabahçe Sarayı ve sağındaki Rumeli Hisarı'nın manevi muhafazasında bir ilçeydi burası, Şişli'ydi.

Taksiden indiği zaman dört yanının da üzerine göçecek gibi duran gökdelenlerle dolu olduğunu gördü. Biraz önce uzaktan gördüğü yabancı isimlerin altında nefessiz kaldığını hissetti ve gördüğü ilk alışveriş merkezine hareketlendi. Emperyalizmden kaçarken kapitalizmin kucağına doğru aksayan adımlarıyla gidiyordu. Güldü ülkesinin ve kendisinin girdiği çıkmaza.

Beyninde dolanıp duran ideolojik ve millî kaygılardan sıyrılmaya çalıştı. Güvenliğin detaylı aramasının ardından içeriye girdi. Kafa dağıtmak ve biraz olsun rahatlamak için kendince etkili bir yöntem bulmuştu. Film izleyecekti yalnızlığıyla beraber.

***

En son ne zaman, hangi filmi izlemişti hatırlamıyordu. İçindeki öfke, kırgınlık ve karmakarışık hisleri bastırmak için böyle bir karara varmıştı. Rastgele bir film seçip sevgili koltuğu denilen çiftli koltuklardan bilet aldı. Seçtiği filmin başlamasına henüz on dakika olduğu için sinemanın büfesine gidip üç büyük boy patlamış mısır aldı. Kucağına aldığı mısırları birer ikişer dökerek ilerledi. Çevresindeki herkes, kucağı mısırla dolu, başı sargılı ve aksayarak yürüyen bu adama anlamsız gözlerle bakıyordu. Bir de temizlik görevlisinin ettiği küfürler vardı elbet, Can'ın birkaç adım gerisinde.

SESLİ KİTAP - Cennet BeyazıWhere stories live. Discover now