26.BÖLÜM

19.9K 1.2K 442
                                    

Bir insanın dayanma gücü ne kadardır? Şiddet mi? Tecavüz mü? Iftira mi? Yetimlik  mi? Öksüzlük mü?  Kimsesizlik mi? Sevgisizlik mi?  Inanılmamak mı? Sokağa atılmak mı? Zorla evlenmek mi? Çocuğu ile cezalandırılmak mı? İlişkiye zorlanmak mı? Karanlık odaya hapsedilmek mi?  Neye ne kadar dayanabilir bir insan? Ne kadar susabilir? Ne kadar sabredebilir? Ne kadar edilebilir?  Bir insan ne kadar yok olabilir??

  Deniz yok olmuştu. Taa bu dünyaya gözlerini açtığı ilk an da başlamıştı çilesi. Deniz kenarına kundakta bırakılmıştı.  Annesi babası tarafından kimsesizliğe atılmıştı. Sonra yurtta en çok ezilen olmuştu. Minik hataların bedelini günlerce aç kalarak, sırtında sopalar kırılana kadar dövülerek, saçları kesilerek cezalandırılmıştı. Sonra gençliğinin en deli çağında, günlerce dayak yemeyi isteyecek şeyler yaşadı. Uyuşturucu bağımlısı dört kişi tarafından defalarca, günlerce tecavüze uğradı,  fiziksel psikolojik ve cinsel şiddet gördü. Sadist düşünceli herifler tarafından, kırbaçlandı, minik minik bıçak darbeleri aldı, değişik aletlerle oynandı. O adiler sıkılınca bıraktılar yol kenarına Denizi. Belki de Denize ilk kez şans o yol kenarında güldü. Sıla tesadüfen bulduğu genç kıza bir psikologtan çok anne olup şefkatle sardı, baba olup korudu kolladı.  Iki yıla yakın süre de Deniz konuşamadı. Fiziksel yaraları iyileşti, izler geçti ama ruhu iyileşemedi. Ardından Sıla sayesinde ömrünün en güzel yıllarına adım attı. O şirket ona ilk kez yaşamayı gösterdi. O şirket ona Aliyi getirdi. Ali... Denizin nefesi, ömrü, geleceği.. Anlatamayacağı kadar çok sevdi ve yine hiç olmayacağı kadar çok sevildi.  Çok sürmedi bu büyü... Bir gün kim olduğunu bilmediği kişiler tarafından Aliden kopartıldı. Neden yapıldı? Kim yaptı? Bilemedi. Deniz parçalandı, daha da toparlanmadı...


 
  Ali ile bile isteye ama ağlaya ağlaya birlikte olduğu gecenin üzerinden dört ay geçmiş, Deniz dört ayda defalarca bitmiş bile. Ali tedavi olması için direttikçe Deniz tedaviyi reddetmiş, hatta tahlilleri bile tam yaptırmamış. Bu yüzden sürekli kavga etmişler, her kavga sonrası Deniz odasına hapsedilmiş Ali evi inletip içmeye gitmiş. Bu sıradan bir rutin gibi olmuştu.


...



"Anne, hadi gel"

Baranın annesine seslenişi ile Deniz daldığı düşüncelerden çıktı. Kahvaltı masasında Şeyma Hanım, Baran ve Deniz kahvaltı yapıyorlardı güya(!) Deniz yine ve yine dalıp gitmişti düşüncelere tek lokma yemek yememişti. Tükenmişti kadın. Tükenmiş..

"Geliyorum oğlum"

Mimikleri yok olmuştu. Ne gülüyor ne şaşırıyor ne kızıyor..  Sadece ağlıyor, onu da geceleri, Ali birlikte olup çekip gidince, sessizce...
  Önden koşa koşa salona geçen  oğlunun ardından ağır adımlarla gitti.  Eski Deniz olsa, oğlu ile yarışır kahkaha ata ata giderdi. Oğlu çağırırken ölü gibi değil, melek gibi giderdi.
   Salonda yığınla oyuncak arasında kaybolan oğlunu izledi donuk bakışlarla. Gülüyordu oğlu, mutluydu.  Bilseydi annesinin neler çektiğini yine de güler, mutlu olur muydu? Babasının annesinin ruhuna tecavüz ettiğini öğrense erkekliğinden utanır mıydı? Annesinin gözyaşlarını görse, eskisi gibi ağlama anne diye diye o da ağlar mıydı? Deniz yaşıyor olsa Baran da yaşardı doğru, peki ya Denizin ölü gibi yaşadığını bilse, Baran napardı.

"Anne bak, bu araba çok büyük"

Büyük derken gözlerini iyice açıp, uzatarak konuştu. Artık üç yaşını geçen Baran çok daha düzgün konuşuyor, daha aktif davranıyor daha da  yoruyordu.

"Evet Baran, çok büyük"

Sadece konuşmuş olmak için konuşan Deniz, yeniden izlemeye devam etti. Artık nefes alamaz olan kadın ayağa kalkıp büyük camdan bahçeyi izledi. Şubat ayının getirdiği beyazlık, masumluğu anlatır gibiydi, oysa kış aylarının hiç masum olmadığını, evi olmayanların da olduğu bu dünyada herkes biliyordur.

Deniz Yanıyor!Where stories live. Discover now