Bölüm 21

21.7K 1.6K 292
                                    


Güneşli bir Nisan sabahı Işık gerinerek yataktan kalkıp pofuduk terliklerini ayağına geçirdi, kırmızı sabahlığına iyice sarınarak serin terasa çıktı. Sanki Boğaz'ın bu erken vakitte adam akıllı üşüten esintisinden, kendi dünyasında yaşayan bebek etkilenebilirmiş gibi karnını iyice örtmeye çalışan genç kız, boşta kalan eliyle doğumdan sonra çok dökülmemesi için şimdiden kısalttığı saçlarını yüzünden çekti. Önceden çimen yeşili olan döşeme yastığını daha dolgun ve toz pembe olanıyla değiştirdiği helikopter hamağa zorlanmadan uzanan Işık, akşamdan sehpanın üzerinde bıraktığı şiir defterini alıp kaldığı yerden devam etmek üzere açtı.

Bu defter Tan'a aitti. Gittikten sonra genç adamın kendi şiirlerinin olduğu defterleri bulamamıştı Işık, belli ki Tan yanında götürmüştü ama sevdiği şairlerin en güzel şiirlerini yazdığı ve hepsiyle ilgili küçük notlar aldığı bu kişisel antoloji kütüphanesinde kalmıştı. Işık, Tan'a ait eşyaların varlığından rahatsız olmuyordu, ilk zamanlar etkilendiği doğruydu ama doğum yaklaştıkça kendini bu tatlı heyecana kaptırmış, genç adamın yokluğunu zerre kadar umursamayacak hale gelmişti. Sonuçta hepi topu üç ay geçirmişlerdi beraber ve giderken öyle bir kırmıştı ki kızın kalbini, bırakın yasını tutmayı, iyi ki gitti dedirtecek hale gelmişti. Zaten annesinden başka derdine düşen de yoktu evde.

Işık ayraç koyduğu sayfayı açıp sıradaki şairin adına baktı, ''Bedri Rahmi Eyüboğlu''... Genç kızın çok sevdiği bir şair ve ressamlığıyla da en önemli sanatçılarımızdan biri olan Bedri Rahmi'nin Sitem şiirini yazmıştı Tan. Önce genç adamın sayfanın altına düştüğü notu okudu Işık.

'Başkasının mutsuzluğu üzerine mutluluk inşa edilemez..'

Işık kendi kendine güldü, Tan ile böyle ahlaki değerleri bağdaştırmakta zorlanıyordu. Gerçekten de şair, en güzel şiirlerini yasak aşkına ithafen yazdığını bütün dünyaya ilan etmiş, karısının ve oğlunun hissiyatını hiçe saymıştı. Sitem de ölen sevgilisinin ardından yakılmış bir ağıttı zaten. Şair yasak sevdasıyla mutlu olamamıştı ama şiir altında yatan anlamı umursamadan okuyabileceğiniz kadar değerliydi.

"Önde zeytin ağaçları arkasında yar
Sene 1946
Mevsim
Sonbahar
Önde zeytin ağaçları neyleyim neyleyim
Dalları neyleyim.
Yar yollarına dökülmedik dilleri neyleyim.

Yar yar!..Seni kara saplı bir bıçak gibi sineme sapladılar
Değirmen misali döner başım
Sevda değil bu bir hışım
Gel gör beni darmadağın
Tel tel çözülüp kalmışım.

Yar yar
Canımın çekirdeğinde diken
Gözümün bebeğinde sitem var"

Işık şiiri sesli okudu. Ozan da duysun istediği için hep şiirleri ve kitapların beğendiği yerlerini sesli okuyordu. Güzel bir şarkı çaldığında sesini açıyor ya da karnını hoparlöre yaklaştırıyordu. Oğlunun genetik olarak şiire, müziğe ilgisi ve hatta babasına çekerse yeteneği olacağına inanıyordu ve bu yüzden Tahir Ozan ismini çok yakıştırıyordu bebeğine. Zaten Tan'a sadece ve sadece sanatın çeşitli dallarındaki yeteneklerinin benzemesi için her gece dua ediyordu genç kız. Evet, epeydir Ozan ismini düşünüyordu oğlu için, son bir aydır iyice netleştirmişti aklında. Saadettin, genç yaşta ölen amcası Taner Bey'in adını oğluna vermişti, torununa da ölen babasının adını vermek istiyordu, 'Tahir'.. Işık, kayınpederinin arzusuna karşı gelmemişti, güzel, anlamlı, değerli bir isimdi, genç kız oldu olası böyle eski, oturaklı isimleri severdi. Temiz, günahlardan arınmış şeklindeki anlamını da beğenmişti. En önemlisi de hayran olduğu Nazım Hikmet'in şiirini hatırlatmıştı kıza, 'Tahir ile Zühre Meselesi'.. Orada anlatılan Tahir de çok seven ve sevdası uğruna fedakarlık yapan biriydi. Aşk için ölmenin ayıp olmadığını anlatıyordu şair en güzel kelimelerle. Velhasıl Işık şiirleri çok seviyordu, oğlu da sevsin istiyordu. Bu yüzden çokça şiir okuyordu, duyacağını umarak..

IŞIKTANWhere stories live. Discover now