Bölüm 31

23.1K 1.6K 367
                                    

Komşular, okuyamayan kalmıştır diye bu bölümü güncelliyorum, az sonra yeni bölüm gelecek. Bundan sonra da her Çarşamba günü bölüm, Cumartesi de yetişirse ikinci bir bölüm yayımlarım. Düzenimiz belli olsun artık..

Taner Cephesi

14 Nisan 2017, İstanbul

Buradayım. Toprağını özlüyor gerçekten insan, ben de özlemişim. Serin bir akşamüstü İstanbul, öfkesini de unuttururdu insana, tabii şu anda bu lanet trafik yerine daha sakin, şöyle boğaz manzaralı bir yerde olsaydım. Mesela terasımda..

Terasım ne durumda acaba? O evin hala bizim olduğundan bile emin olamazdım eğer miras davası sonucu tapu hissesi bana devredilmemiş olsaydı. Ama ya kiraya falan vermişlerse? Neyse canım.. Neden versinler ki.. Annem sever o evi. Tek başına da olsa oturur orada.

Annem bütün bu süreçte benim en büyük desteğimdi. Mahkemede lehime ifade vermesi bir yana hisselerinin idaresini bana devretmesi çok işime yaradı. Kime karşı mı? Tabii ki bana karşı cephe olup şirketi bölmeye kalkışan o ikisine karşı. Işık ve Kerem. O herif ne zaman Türkiye'ye döndü, ne zamandır müttefikler, ne kadar yakınlar?.. Ne oluyor anlamadım ki? Çok gerginim çok. Ben Işık Hanım'a destek olayım, çocuğumun geleceğine bir katkım olsun diye hayatımı, düzenimi bırakıp geleyim, hanımefendi gitsin çocukluğumun katiliyle işbirliği yapıp koskoca holdingi bölmeye çalışsın. Siz kimsiniz de benim çocuğumun mirasını bölüp değersizleştirmeye kalkışıyorsunuz? Şuursuzluk resmen... Kişisel meselelerle şirket mi yönetilir? Hiç mi basiret yok sizde? Yine sinirlendim.. Nefes al Tan... Bir, iki, üç, dört, beş.. Nefes ver.. Bir, iki, üç, dört, beş..

Epey vakit geçiyor sakinleşmeye çalışırken, taksi yalıya ulaşıyor, vakit akşama yakın. Tam burada duruyordu arabam. Bir gece vakti karım üç aylık hamileyim diye ağlarken. Oysa onlar sevinç gözyaşları olmalıydı. Hangi kadın kocasına bir evlat vereceğini söylerken ağlamayı hak eder. Yazık, çok yazık. Işık'tan çok bana yazık hatta, dünyanın bütün sevaplarını işlesem günahıma kefaret olur mu? Ben kendime yazık etmişim.

Bahçe kapısının ziline basıp bekliyorum. İnsanın kendi evinin kapısında misafir gibi beklemesi ne zor şey. Kapı açılıyor. Birkaç basamak inip her biri tanıdık ağaçların arasından geçiyorum. Bu bahçenin her köşesinde oynardık Kerem, Sinem ve ben.. Sinem Kerem'in kardeşiydi ama benim kardeşim gibiydi daha çok. Her şeyi konuşur, her şeyi paylaşırdık. Kerem ağırbaşlıydı, biz ikimiz olmadık yaramazlıklar düşünür, uygulamaya geçirmekte hiç geç kalmazdık. Evde herkese kök söktürdüğümüz, yaptığımız bazı şeyleri de bize habire örnek gösterilen Kerem'in üstüne attığımız doğrudur. Hayatta belki beni Kerem'e tercih eden tek kişiydi Sinem. O lanet kaza olduğunda ben on yaşındaydım. O dokuz. Ölmek için hiç uygun bir yaş değil. Ölmek için hangi yaş uygundur ki.. Herkes Kerem'in etrafındaydı, annesini kaybetmişti, babasını, kızkardeşini.. Herkes acıdı Kerem'e, ben de acıdım. Bir daha hiçbir şeyi üstüne atmadım. Sonra o gitti zaten, görüşmedik pek.. Ama ben Sinem'i kaybetmişim, kimsenin umurunda oldu mu? Hayır. Tan bu, deli bozuk, atlatır nasıl olsa.. Atlatamadım, atlatılmıyor ki.

Sarışındı Sinem, upuzun saçları vardı, Işık'ınkiler gibiydi, belki bir ton açık.. Gözleri elaydı, hep yaramazlık düşündüğü belli gözler. Biz evin sevilmeyen çocuklarıydık, kara kuzular, akça pakça Kerem değildik.. Bazen eniştem çizgi roman getirirdi bize, onları okurken uslu dururduk sadece. Eniştem öldükten sonra kimse çizgi roman da almadı bana. Annem kendi beğenip aldığı kitapları okumayınca küserdi. Bilmemkimlerin çocukları onları okuyormuş, öğretmenimiz onları söylemiş. Babam odamda çizgi roman bulunca atardı. Sinem'le okuduğumuz, hatırası olanlar da dahil. Birkaç tane saklayabilmiştim tavan arasına. Duruyor mudur ki?

IŞIKTANHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin