Bölüm-13

1.1K 263 603
                                    


Yol boyunca beni herkesin içinden adeta sürükleyerek çıkardı diye bu koca adama kızsam da ona sarılmak ve kokusunu içimin derinliklerine çekmek bendeki yelkenleri adeta fora yapmıştı. Suya inen yelkenlerime selam ederek anın tadını çıkardım. Bu koku. Bu güven hissi. Bu sinirle de olsa kasılıp gevşeyen kaslar... Bunlar beni hiç iyi etkilemiyordu belli ki. Tanıştığımız ilk gece aklıma gelince dudağımı istemsizce ısırdığımı fark ettim. Yaptığım şeyi fark ettiğim de "Aptal" diyerek kafama vurdum. Sonra da o gece yaptığı şey için şuan motoru kullanmakta olan nane kokulu sinir küpünün sırtına vurdum. Bu onda bir dürtü uyandırmış, ya sinir ya da farklı bir duygu ile motorun gazını kökledi. Geri doğru savrulmamla kafama vurmak için kullandığım elimi hızla eski yerine yani Balamir'in beline sardım. Sırıttığını hissettiğim de daha sıkı sararak canını acıtmak istedim. Tabii ki nafile... Yolculuğumuzun bittiği yer beni 8 yıl önceme götürmüş, anılarımı ve acılarımı beynime adeta bir çivi gibi çakmıştı.

8 Yıl önce...

Tıpkı Cedric'in de dediği gibi henüz 9 yaşında bir kız çocuğuysanız ve yetimhane de büyüyorsanız hayat gerçekten çok zor. Daha hayatı anlamamış, neden diğer çocukların bir annesi bir babası var da sizin yok anlamamışken bir gün suratsız yurt müdürünüz gelir ve sizi varlığından bile haberinizin olmadığı babanızın mezarına götüreceğini söyler ve daha o yaştayken hayat size ikinci tokadını basar(!)

Neden bilmiyorum ama gözlerimden akan bu suları silmeye yetişemiyordum. Beyaz beyaz bir sürü taşların ve çiçeklerin olduğu bir yere geliyoruz. Mezarlık dedikleri yer burası sanırım. Kolumdan tutup çekiştiriyor beni yurt görevlisi. Bir mezarın başına götürüp atıyor mezarın dibine bir paçavra gibi... Bu insanlara biz ne yaptık da bize bu kadar kötü davranıyorlar diye düşünmeden edemiyorum.

Küçükte olsa belki bir gün gelir diye umut ettiğim kişinin 2 yıl önce ölmüş olmasına mı, yoksa 7 yıl benim yanıma hiç gelmemesine mi üzüleyim bilemedim. Dizlerim kan içinde kalsa da aldırış etmiyor, beyaz mermer de yazan yazıyı okuyorum.

"Ahmet Eroğlu"

1980-2008

***

Kafamı iki yana sallayıp, hem 8 yıl önce ki kahroluşuma hem de şimdi yakın vakitte öğrendiğim yaşıyor olduğu gerçeğini hatırlayıp şimdi yeniden çektiğim acıya sövdüm. Balamir'in "Artık insen diyorum" demesi ile ellerimi belinden çektim ve kendimi motordan attım. Motordan inen Balamir'i takip etmeye başladım. Aniden arkasını dönüp aramızda az bir mesela bırakarak "Sakın ağlamama izin verme!" dedi. Nedenini sorsam da aldırış etmeyip yoluna devam etti. Üzerinde bolca pembe güllerin olduğu mezarın önünde durunca, gözlerim otomatikman mezar taşına kaydı.

" Gülpembe Pusat "

1998-2017

Kelebek

Pusat soyadı dikkatimi çekerken Ulaş doktorun neyi oluyor diye sormak için Balamir'e döndüm. Dizleri üzerine çökmüş dua ediyordu. Ellerini yüzüne sürdükten sonra titreyen sesiyle konuştu.

"Ulaş'ın kardeşi. Benim de Kelebeğim. Ömrü de tıpkı kelebek gibi oldu."

Kalbimin derinliklerin de bir şeylerin yandığı hisseder gibiyim. Çok gençti. Yaşamasını için onca neden varken o şuan toprağın altındaydı. Yaşamayı hak etmeyen onca insan başta da benim babam yaşıyordu ama genç bir çiçek bu hayatta değildi. Sevdikleriyle değildi. Bir hıçkırık sesiyle düşüncelerimden sıyrılıp hıçkırığın sahibine döndüm. Bacağımdan yakalayıp beni yanına çekti. Fısıltı gibi çıkan boğuk sesiyle "Hazal sustur beni. Bayılmak istemiyorum." dedi. Bayılmak mı? Bu koca adam ağlayınca bayılıyor deseler muhtemelen gülerdim ama şuan o kadar kötü gözüküyordu ki buna vaktim olmadı.

TABUT Where stories live. Discover now