Bölüm-10

1.7K 361 621
                                    

          
"Aytekin Sancaklı"

"Millet ben çıkıyorum. Motorum ve onu çalan Falçata Ahmet beni bekler."


Evde eski ve yeni bütün üyeler mutfakta ki masada toplanmış çıtını bile çıkarmadan kahvaltı yapıyormuş gibi görünüyorlardı. Kimse bir diğerinin kendisi gibi çatalıyla oynadığının farkında değildi. Özellikle aramıza yeni katılan evimizin ikinci bayan üyesi olan yaralı kız, bu masadan, bu mutfaktan ve bu evden oldukça uzaklara dalmıştı. Daha yüzünde ki ve vücudunda ki yaralar varlığını azaltmamışken onlara yenilerini eklemişti. Aklımın bir köşesinde sadece Hazal'ın yanında olmak ve bu evde yaşamak için kendi kendini bu hale getirdiğini düşünsem de o kadar da ağır şizofreni olduğunu sanmıyordum. Evet, sanırım kız da biraz şizofreni belirtileri seziyor olabilirim. Motor işini hallettiğim de ona bir psikoloğa gitmeyi teklif edecektim. Her ne kadar sevmesem de Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık okuduğumu her yerde belli etmese miydim acaba?. Kurduğum cümle kahvaltı masasında ki bütün gözleri üzerime çevirmişti. Bu hayatta ki aşklarımdan ikicisi olan motorumu çaldığını tahmin ettiğim kişiye gittiğimi söylediğim cümleye ilk soru Timur'dan geldi. Bu hayatta ki ilk aşkım mı tabii ki Beşiktaş...

"Abi, durduğun kabahat günlerdir neden gitmedin?"

Bu soru sinirlerimi katlamıştı. Günlerdir motorumu bulabilmek için uğraştığımı, gösterdiğim çabayı görmemeleri sinir bozucuydu. Yardım etmediklerini saymıyorum tabi(!) Ona cevap olarak "Oğlum adam fırıldak bir yerinde durmuyor ki bulayım. Ama şimdi kuvvetli istihbarat aldım." demekle yetindim. Ulaş dâhil bütün kardeşlerime kızgındım şu durumumda. O motorun benim için önemini anlayamamışlardı belli ki... Yazık(!)

Dışarı çıkıp, içime derin bir nefes çekerek bahçede ki motoruma ait olan garaja ilerledim. Hassiktir! Her dışarı çıktığım da bu anı yaşamak sinir hücrelerimi Cenk Tosun'un attığı goller gibi çoğaltıyordu. Motorum yoktu işte. Yine yeri boştu. Boş olan garaja hakemden kırmızı kart yemiş futbolcu gibi bakakaldım. Canımın sıkıntısı gözlerimden yaş olarak çıkınca elimin tersiyle, akan o gözyaşına da söverek sildim. Evet, ben sinirlerini kontrol edemeyen bir psikolojik danışman adayıydım. Bu mesleği yapmayacağım her halimden belli olsa gerekti. Tunç'un her zaman dediği öneri aklıma gelince istemsiz olarak yine küfrettim. Kronik küfürbaz...

"Acilen sinir hastalıkları uzmanına gözükmen lazım. Randevu alalım."

***

Evden çıktığım aynı hışımla Falçata Ahmet'in mekânına girdim. Kimse beni engellemiyor, neden geldiğimi bile sormuyordu. Ve hatta birkaç adamı yüzüme bakarak sırıtmıştı. Bu iş de bir gariplik vardı ama hadi hayırlısı. Mekânın en son kapısına gelince durdum. Burada olduğu kapının altından çıkan dumandan belliydi.

Dudaklarımdan istemsizce "Bok iç itin evladı" sözcükleri dökülmüştü. Biri bitmeden birini yaktığı sigarası ortalığı sisli yapardı. Yanında çalıştığım dönemde sigarası bittiğinde neden yedeğini hazırlamadınız diye adamlarını dövdüğüne çok kez şahit olmuştum. Yine aynı problem ortada olacak ki içeriden bağırış ve tokat sesleri geliyordu. Dumandan etkilenen gözlerimi ovuşturdum. Artistik bir şekilde kapıyı açarak içeriye girdim. Şaşıran gözler üzerime dönünce kelimelerimle artistliğe devam ettim.

"Hemen bana motorumu getirin! Yalnızca 5 dakikanız var."

Odada kopan kahkaha kulaklarımı tırmalarken yumruklarımı sıktım. Gülüşüne soktuğumun şerefsizi! İğrenç gülüşünü kesen Falçata;

"Napayım lan ben senin külüstür motorunu(!) Git hurdalıkta ara, belki bulursun."

Yüzüne en sert yumruğumu gömmek için atıldığım da oldukça iri olan iki adamı iki tarafımdan beni tuttu. İçimden "Sıçtık" demeden edemedim, ama o ve diğer şerefsizlere durumu belli etmedim. Aralarından daha iri olanı "Hoop ağır ol birader" diye çıkıştı. İrilerin az önce yedikleri dayak ve küfür sinir seviyelerini yükseltmişti belli ki. Bense onların sinirine, rakılarının yanına gelen meze gibi olmuştum. Adama saldırsam dayak yemiş, hastaneye götürülüyor olarak bu cehennemden çıkardım. Belki de bir ceset olarak...

Ölmek için henüz çok genç olduğumu düşündüm. Ama geri vites yapmakta bize yakışmazdı. Oldukça sakin, yavaş ve sinir bozucu bir ses tonuyla "Motorum sende ise ver gideyim, değilse de söyle yine gideyim motorumu bulayım." dedim. Sakin sesim ve olgun kelimelerim karşımda ki sinir kavanozunun sinir uçlarına dokunsa da, yüzünde ki ifadeyi korumaya çalışarak sakinmiş gibi yaptı. Tabi ki sesi onu çok rahat ele veriyordu.

"Değil dedik ya!"

Peki, anlamında kafamı salladım. Sesinde ki öfke tınısı içten içe hoşuma gitmiş, gülmemek için kendimi zor tutmuştum. Kollarımda ki adamlardan kurtulup bir an önce buradan çıkarak motorumu bulmak istiyordum. Zira daha fazla onsuzluğa dayanamayacaktım. Zaten yaşadığımız sıkıntılı süreçten dolayı Beşiktaş maçına da gidemiyordum. Yani yaklaşık bir üç haftadır pimi çekilmiş bomba gibiydim, dokunsalar bum(!) diye oracıkta patlardım. Kollarımı iki yana savurup izbandutlardan kurtuldum. Çıkış kapısına doğru adımlarken "Zaten motoruma bulaşmak yapmak istediğin son şey olmalıydı. Hadi eyvallah." Dediğim sırada omzumdan bir el tutup çekti. Bacağıma tekme atıp diz çökmemi sağladı. Şakaklarımda hissettiğim namluyla yutkundum.

Falçata'nın cehennemine girişimin bu kadar kolay olmasından anlamalıydım. Zaten gelmemi bekliyordu. Bu kadar sakin karşılanmamdan belliydi. Kendi kendime katilimin ocağına gelmiştim. Biraz önce yaptığım atarı hatırlayarak aslında çokta haksız olmadıklarını düşündüm.

Şakağımda ki namlu "buradayım" der gibi beynimi dürtünce, daha sert bir yutkunma geçti boğazımdan... Arkalardan gelen ve sahibini adım gibi bildiğim boğuk ses öksürükleri arasından konuştu.

"Dur bakalım genç! O kadar kolay değil buradan çıkış."

TABUT Where stories live. Discover now