Bölüm-26

731 89 246
                                    

Bölüm şarkısı: Candan Erçetin-Annem

İyi okumalar :)

Babasını daha annesinin karnında, yüzünü bir kez dahi göremeden kaybeden minik yüreğin şimdide annesini almıştı zalim dünya... Bir başına kalmıştı... Henüz beş günlük bir bebekken, acı dolu koca adam olmuştu.

Yiğit ağlıyordu, ben ağlıyordum. Hastane duvarlarında yankı yapan sesi ağır geliyordu yüreğime. Ulaş'ın sesiyle dizlerimin güçsüzleşmesiyle yığıldığım yerden kalkmış, minik Yiğit'ime doğru koştum. Ulaş benden önce davranıp Yiğit'in kucağında bulunduğu kadının yanına gitmişti.

"Durun, sadece vedalaşmak istiyoruz." Dedi Ulaş ve ekledi "Ben ve bütün arkadaşlarım."

Arkama dönüp baktığımda Tunç, Timur ve Turna'nın geldiğini ve her birinin benden çok da bir farklarının olmadığını gördüm. Gözlerim Aytekin'in ararken omzumda bir el hissettim. O da gelmişti. Sert ve otoriter çıkan sesi "buradayım" diye ekledi her zaman yanındayım hissi veren omzumdaki eline.

Kurtulmak istercesine feryat eden bebek sesi kesilince "Gitti mi?" diyerek hışımla döndüm. Gördüğüm paha biçilmez bir görüntüydü. Sanki babasının kucağında gibi huzur bulan Yiğit'i, sanki kendi oğlu gibi seven Ulaş dünya ile iletişimin kesmiş gibiydi.

Yanına gidip Yiğit'i almak için ellerimi uzattığımda bunu çok geç fark etti. Yiğit bebeğin kulağına eğilip sadece üçümüzün duyacağı şekilde "Seni yalnız bırakmayacağım." Diye fısıldadı. Bebeği kollarıma bıraktığında, ruhum huzurla doldu. Kokusu milyonlarca parfüme bedeldi. Belli belirsiz attığı gülücük ile yanağındaki gamzesi can buldu. Narince gamzesine bir buse kondurdum.

Boncuk gözleri anne nedir bilmeyen birine anne gibi hissettiriyordu. Ona saatlerce sarılsam doyamazdım. Sabırsızlıkla Yiğit'i almak için bekleyen memurlarla göz göze gelince benim için ayrılan veda süresinin dolduğunu anladım. Bebeği hemen yanımda duran Balamir'e verdim.

İncitmekten korkarak tutuyordu minik bedeni. Kokusunu içine çektiğinde yüzü huzur doldu, gülümsedi. İşte o an anladım ki Yiğit bebek minik kalbiyle hepimize iyi gelecekti. Gözleri ilaç, ellerindeki yumuşaklık merhem misaliydi...

Sırayla Aytekin, Tunç, Timur ve Turna da Yiğit ile vedalaştı. Turna gözlerinden akan yaşları kontrol edemez hale geldiğin de Yiğit'i bana uzatarak koştu, duygusaldı o böyle şeylere katlanamazdı. Kalbi acısın istemez, ruhunu acıdan hep uzak tutmaya çalışırdı.

Kısa sürede canımdan bir parça olan Yiğit bebeğin yanaklarına birer öpücük kondurup, kokusunu içime depo ettim. Onu kollarımdan suratı mahkeme duvarı olan memura bırakmanın zorluğu tarif edilemez bir acıydı.

"Hoşça kal küçüğüm..."

"Hoşça kal küçük adam..."

"Hoşça kal huzur kokulu bebek..."

Mahkeme duvarının topuk sesleri yüreğime balık kıllığı gibi batmış beraberinde içime kocaman bir boşluk armağan etmişti.  Bir kez daha acıma sarıldım. Diğer acılarımdan tek farkı bu sefer yalnız değildim, her zaman yanımda olduklarını hissettiren dünyaya bedel bir ailem vardı.

Kalbimi aşk ile dolduran adam vardı. İçime ihanet şüphesi düşse de tek yetimhane arkadaşım Turna vardı, Esprileri ile yüzümü güldüren Timur vardı, her türlü derdinde yanındayım hissi veren Tunç vardı, öz abim olsa ancak bu kadar seveceğim ve korumasını hissedeceğim Aytekin vardı, her ne kadar beni istemediğini her fırsatta belli etse de Ulaş vardı. Artık benim de bir ailem vardı...

TABUT Waar verhalen tot leven komen. Ontdek het nu