ağırlaşmış dengeler

159 5 0
                                    

Bir anda alnımı ona dayamıştım. Bunu neden yapmıştım bilmiyorum ama ayakta durmak çok zordu. Başım feci şekilde dönüyordu ve hiç iyi hissetmiyordum.
"Miden bulanıyor mu?" Diye sorunca "hayır" dedim. Yalan söylemiştim. Ufak da olsa bir bulantı vardı.

"Sana kahve içirelim. Gel hadi" diyince "yok hocam" diyip başımı çektim ondan.

"Oturacak durumda değilsin. Gel" diyip çantamı aldı eline. "Arkadaşlarım burda. Onlar ilgilenir. İyiyim ben hem" dedim çantanı geri alırken ondan.

"Arkadaşların nerde?" Diye sordu. Yüzüne bakamıyordum ama sinirlenmişti belli ki ses tonundan. İleriye doğru baktım.Gözlerim seçemiyordu ki kimseyi. Göz kapaklarımı indirip kısık bir şekilde etrafa baktım.

"Çok inatsın." Diyip aniden tekrar belimi kavrayıp beni yürütmeye başladı. "Arkadaşlarına da telefondan haber veririz" dedi.

Aşağıya inerken dar merdivenlerden yan yana geçemeyeceğimiz için önüme geçip kolumdan tutmuştu. Arkasından inerken yüzümde gülümseme yayılmıştı. Bu berbat tesadüf kolumu tutunca berbat olmaktan çıkmıştı. İşte şimdi sarhoş olacaktım.
Dışarıya çıkarken bir an Burak geldi aklıma. "Burak" dedim sakince "bekliyordu. Hem iyiyim ben gerçekten" dedim. "Sadece başım dönüyor. Sarhoş falan olmadım" dedim ona bakarak. Sadece çarpmıştı işte.

"Farkındayım. Gayet düzgün konuşuyorsun maşallah da yürümenin ayarı pek bi bozuk" diyince güldüm.

"Gel hadi" diyip dışarıdaki merdivenleri de inip önümüzdeki arabanın kapısını açtı. "Geç" diyince "sizin de benden aşağı kalır yanınız yok. Benim gitmem lazım. Burak sorun çıkartır şimdi. Sizi rahatsız etmek istemiyorum." dedim.

"Hüzzam söyler misin seni bu halde tek başına nasıl bırakayım? Nerde bekliyor senin bu eleman?" dediğinde ilerisini işaret ettim.

"Bekle burda" diyip emniyet kemerini taktı. Of ne kadar çok inat etmişti böyle. Üzerimden eğilince burnuma dolan parfüm kokusu içimi yakmıştı.

Ağlayacaktım şimdi. Fırat pisliği konusu zihnimde fink atıyordu. O dosyalar canımı yakıyordu. Beynim patlayacak gibi oluyordu artık düşünmekten. Emniyet kemerini çıkarttım. Daralmıştım arabanın içinde. Nefes bile alamıyordum. Arabanın dışına çıkacakken Atlas hoca kapımı kapattı dışardan. Şöför koltuğuna geçtiğinde de "Burak arkadaşlarınızı eve bırakacak. Ben de seni ayıldığında bırakırım" dedi.

"Yine de bırakma" dedim. Bir an bana doğru döndü. "Gitmek istemiyorum eve." Dedim. Ağlayacak gibi titrek çıkmıştı sesim. Sanki bitmek bilmeyen deprem içindeydim. Atlas hocanın koluna yapışıp, alnımı yasladım yine. Hareket etmeden bekliyordu öyle.

Belki de iki üç dakika beklemiştik böyle. "İyi misin?" Dedi boşta kalan eliyle çenemi okşarken. Yaslandığım kolunu da çekmişti. Utanıyordum ama belki de içkinin arkasına sığınıyordum.

Sadece gözlerimle evet anlamı yapıp geri çekildim ve elinden kurtuldum. Doğal bir ağrı kesiciydi resmen. Arabayı sürmeye başladığında artık daha iyiydim. Çok uzun sürmemişti dediği yere gelmemiz.

"Yürüyebilecek misin?" Diye sordu Atlas hoca arabayı park ederken.

"Evet. Hocam gerçekten iyiyim diyorum. Anlamıyorsunuz." diyip aşağıya indim. Dediğime cevap vermemişti.
Kahve dükkanına girdik beraber. İçerisi yoğun bir şekilde kahve kokuyordu. Bunu da taze çekilen kahve makinesinden yayıldığını anlamak hiç zor değildi. Köşedeki iki kişilik masaya geçtik. Atlas hoca iyi geliyordu gelmesine de her şey gibi Atlas hocanın da fazlası bana zarardı. Biraz beraber olduğum vaktin dozunu aşayım, bedenimi halsizleştiriyordu.

* YALNIZ KUŞ *        Donde viven las historias. Descúbrelo ahora