Benden korkmalısın melek

882 43 6
                                    

        İsa'nın dediği kadarıyla karşımızda, cinlerden ve şeytanlardan oluşan küçük bir ordu vardı. Karşılarındaysa şeytanların başı İblis ve daha ne olduğunu bilmeyen ama melek olarak tabir edilen ben vardım. Cidden güzel bir terazi oluşmuştu. Ne adalet ama? İsa'yla ben sanki bir şey yapabilirmişiz gibi sırt sırta vermiş duruyorduk. Kafamı çevirip, 

"Dediğin kadarıyla sen şeytanların başısın ne diye onlara söz geçire miyorsun?"

"Hadi canım sende. Nasıl olurda bunu düşünmem? Ama sanırım bazı aldığım kararlar ırkımı bana düşman etmiş olabilir. Seni korumak gibi!" Ona ters ters bakarak gözümün önünden son bir kaç gündür yaşadıklarımı geçirdim. Kabuslar, yaşanacakları önceden görmek, açıklayamadığım olaylar. İşte şimdi hepsinin bir açıklaması vardı, önümde duruyorlardı. Ama hala inanasım gelmiyordu. Belki de korkuyordum. İsa'ya soğuk bir bakış attıktan sonra;

"Ne diye hala saldırmıyorlar?" diyerek sordum. 

"Şuan benim tepkimi ölçüyorlar çünkü cidden sinirlenirsem burada ki herkesi öldürebilirim. "

"Amma mütevaziymişsin sende." 

"Gücümü denemek istemezsin Melek. Şimdi bir kaç dakika sonra sana kaç dediğimde kaçacaksın ve olabildiğin kadar hızlı ol. Şuan neredeyse hepsi burada, Ayça'nın yanına git arabaya bin ve evine dön. Bir saat sonra sizin yanınıza gelirim." 

"Ne diyorsun sen? Burada seni ne diye bırakayım bunca şeyle mücadele edebileceğini mi sanıyorsun?" İsa'nın yüzü iyice düşmüş bir şekilde;

"İnsanken bile nasıl bu kadar dik olabiliyorsun anlamıyorum, onları yok edecek gücüm var ama sen burada olursan sende ölürsün anlamıyor musun?"

"Sen ciddi misin?"

"Şuan şaka yapacak bir halde miyiz sence? Ciddiyim hiçbir şey bilmiyorsun, ya da unuttun şimdi git hemen."

        Söylediklerinden sonra hızlı bir şekilde arkamı dönüp merdivenlerden yukarıya çıkmaya başladım. Bir kaç saniye sonra kulaklarımı sağır edecek kadar büyük bir ses çıkmış ve koşarken yere düşmeme bile neden olmuştu. Hemen toparlanıp çıkış kapısının olduğu yere gittim. Ayça hala yerde yatıyordu. Çok yorgundum ve bir şekilde onu kaldırmam gerekiyordu. Eğildim bir kaç kere haifçe vurarak uyandırmaya çalıştım. Yavaş yavaş kendine geliyordu ama yüzü bir ölünün ki kadar soğuktu. Konuşabilecek duruma gelince hızlıca onu yerinden kaldırdım okul kapısını zorla ayağımla açarak hala devam eden fırtınanın içine daldım. Anahtarı şortumun cebinden çıkarıp kapıyı açarak arkaya uzanacak şekilde Ayça'yı yasladım. Son bir kez Ayça'ya baktıktan sonra arabaya binip hızlı bir şekilde eve doğru sürdüm. 

        Üzerimi kurulamış, kendime ve hala baygın olan Ayça'ya sıcak bir kahve hazırlayıp bugün olanları düşünmeye çalışıyordum. Hala uyanmadığıma göre bir kabusun içinde olamazdım. Kanıtı ise binlerce kez cimcirmekten moraran kolum olabilirdi. Elimde ki kahvenin sıcaklığının canımı yaktığını bile hissetmeyecek kadar dalgındım. Telefonum hala ortada yoktu. Ayça'nın cebinde olabilir umuduyla pantolonuna baktım ve umut ettiğim gibi oradan çıkmıştı. Bir sürü cevapsız çağrı vardı ve hepsi annemdendi. Saat sabahın üçüydü. Şuan ararsam büyük ihtimalle neden hala ayakta olduğumu soracaktı. Bu saate kadar ayakta kalırdım ama şuan annemle konuşacak durumda değildim. O yüzden telefon görüşmesini  sabaha bırakmaya karar verdim. Bir kaç dakika sonra kapı çalmıştı. Hızla yerimden kalktım. Kapıyı açmak ve açmamak arasında kaldım. Ne fark edecekti? Eğer o veya ondan birileri ise içeri zaten girebilirlerdi. Kapının deliğinden baktım. Dediği gibi bir saat sonra İsa gelmişti. Kapıyı açtım. İçeri girmesini istemediğim için önüne kendimi koydum. O da anlamış olacak ki bir adım geriledi.  Huzursuz bir yüz ifadesi takınarak 

"Eğer içeri girmeme izin vermezsen Ayça'nın hali daha da kötüleşecek ve onu dünyanın en iyi doktoru bile iyi yapamayacak." Kötü yerden vurmuştu.  

"Seni görmek istemiyorum. Ama.. sad..ece bir seferliğine bu eve gireceksin o kadar."

"Şuan mantıklı düşünemiyorsun ve inanılmaz canımı sıkıyorsun."

"Canını mı sıkıyorum? Haklısın gün içinde en az 3 kere melek olduğumu duyarak yaşadım zaten!"

"Atlatırsın merak etme, şimdi çekilde Ayça'ya yardım edeyim." 

        Nasıl bu kadar vurdum duymaz olabilirdi ki? Aklım almıyordu. Bir adım geri çekildim. Geçerken elinde olmadan yüzüm göğsüne sürtünmüştü. Kokusunu içine çekmek zorunda kalmıştım ve bundan pişman olmamıştım kendime ne kadar kızsamda. Boyu çok uzundu bense sadece göğsüne gelebiliyordum. İsa içeri girip koltukta baygın şekilde duran Ayça'nın yanına gitmiş ellerini yaralandığı karnının üzerine koyarak aynı ormanda ki o gece benim anlamadığım dilden bir şeyler söylemişti.  O geceyi ve daha binlerce soruyu sormayı başka bir zamana erteleyip İsa'ya 
        
"Ne kadar sürede kendine gelir?" diye sordum. Ellerim bağdaş kurmuş salonun girişinde öylece İsa'yı izliyordum. 

"Sanırım yarım saat kadar bir sürede kendine gelecektir." dedi İsa. Şükürler olsun ki en azından Ayça kendine gelecekti.

"Artık gidebilir misin?" İsa yüzünü çevirip bana biraz sert ama birazda eğlenir gibi baktı. Ayağa kalkıp dikildiğim yere doğru yavaş yavaş geliyordu.

"Ne o korkuyor musun benden?" dediğinde aramızda ki mesaje neredeyse 5 cm'den azdı. O geldikçe bende gerilmiştim ve sonunda sırtımı  duvara çarpmıştım. Hala geliyordu. Ellerini duvarın yanına koyup beni küçük bir hapisanede hapsetmişti. Kulağıma eğilip oldukça kısık bir sesle 

"Ben korkmalısın melek." dedi. 

Şeytan ve Melek- "Masum Aşk   #Wattys 2015 "Where stories live. Discover now