7

2.5K 169 38
                                    

*Meyda Nalan

/Bars/

Hastanede yediğim serum sonrası, oldukça mahçup olarak bir sürü özür dilemiştim Arslan'dan. Kendime geldiğimde Sami ortalarda yoktu. Arslan ise ciddi ifadesinden bir kez bile ödün vermemişti.

Uzun yıllardır çektiğim kansızlık sorunu, arada sırada böyle vurabiliyordu beni, ama üst üste gelen durumlar yüzünden yemek yiyemediğim için düştüğüm durum, utanç vericiydi. Kendime yetebilen, cüsseme göre de kuvvetli bir insanken, Arslan'ın bana yaptığı muamele zayıf hissetmeme sebep oluyordu. Beni apartmanın önüne kadar getirmesi yetmezmiş gibi, koluna girmemi emrederek dairenin kapısına kadar eşlik etmişti.

Eve girdiğim anda serumla ayakta duran aç mideme hızla hazırladığım jambonlu sandivçi tıktım. Nalan beni Arslan'ın getirdiğini görmüş olduğundan, yanımda durmuş karnımı doyurmamı bekliyordu.

"Kahve yapsana Nalan, sütlü olsun."

İçinde soru işareti dönen gözlerini üzerimden çeksin istemiştim. Kahve makinesinin haznesine su koyarken, masada bıraktığı Bianca paketinden bir sigara çektim. Bağımlı değildim ama şu an biraz dumanlanmak iyi gelecekti jambonlu sandviçin üzerine.

Kahve makinesinden gelen fakırtı fokurtu sesleri mutfağı doldururken, Nalan derin bir nefes çekerek yanıma yerleşti.

"Yarın öğlen otele gel, ön büroda Feride Hanım'ı bul ve Tayfun'la benim adımı ver. Gerisi artık sende." dedim ama ciddi bakışından ödün vermedi.

"Neler oluyor Bars?"

Sigarayı yakıp ilk fırtı çekerken, Perla'daki sahneleri aklımdan geçirdim. Sami'nin burnundan damlayan kan, elimdeki pamuk, boğazımdaki sımsıkı el ve yere yapışan beden. Gözlerim kararırken ağzımdan dökülen ismin Arslan olduğu gerçeği kulağımda yanma, kalbimde sıkışma, ellerimde titreme yapıyordu.

"Bilmiyorum abi ya.. Tehlikeli bi' şeyler var." dedim.

"Hangi kitabı okuyordun sen?" dedi bana.

"Ya Nalan yapma bunu, kitapların rastgeleliğinden işaretler bulmaya çalışman saçma işte."

"Deneyelim, çok alakasız çıkarsa bir daha istemicem."

Kahve makinesi işimi bitirdim zilini çalarken sandalyeden kalktı, ben de sigarayı elimden bırakmadan odama gitmek için kalktım. Kitabı alıp masaya bıraktığımda kahveleri masaya koyuyordu.

"Bitiremedin mi hala bunu?"

Masanın üzerinde bekleyen kitaba bakıyorduk ikimizde. "Sanki elime almaya çok fırsatım oldu ya." dedim.

"Pekiiiii, sayfa 230, son cümle." diyerek bana sırıttı.

Sigaradan son fırtı çekip sandviçimin kırıntılarını döktüğüm tabakta söndürdüm. Kitaba uzanırken Nalan'a ayan beyan göz devirsem de, sırıtmasını genişletmekten başka bir şey yapmadı.

"Bu kalplerin sahibi olan vücutlar ölmüşlerdir, ruhları uçmuştur, fakat siyahımsı ve armut biçiminde bu adele, sanki atışları güzel ve asil bir şey ifade ediyormuş gibi,... Oha ama!"

"Devam et."

"...şu cam altında aptal aptal atmakta devam etmektedir."

"Alenen uyarı değil de ne bu şimdi? Sen söyle?" diyerek bak gördün mü ben sana demiştim işte bakışlarıyla eziyordu beni. Kahve fincanımı biraz daha önüme doğru çekiştirip, "İç şunu ve zıbar." dedi.

Parmaklarım biraz önce okuduğum cümleleri okşarken, plajda gördüğüm gözlerdeki ruhsuzluk doldu aklıma. Lobide gördüğüm o canlı mavilerin nadiren ışık saçtığını içten içe biliyordum. Kolaylıkla şiddete eğilebiliyordu. Tanımadığı bedenlerin tenlerinden akan tere karışabiliyor ve duygusuzca tenlerinde iz bırakıyor, sevmediği vücutlara ait tırnakların da kendisinde iz bırakmasına izin veriyordu. Yine de,

ASLANWhere stories live. Discover now