17

2.2K 134 27
                                    

*Medya, Enes /y.n: huhhuuuuu *_*

****

Şehir sınırları içine girmiştik. Arslan'la tüm yol boyunca sohbet etmiştik. Üstelik benim hakkımda. Beni dinlemişti, beni sormuştu. Ailemi, hayatımı, Nalan'ı. Garip geliyordu. Normal bir sohbetin içinde olmak, bu uzak adama yaklaştığımı hissetmek; özellikle onun benim hayatıma dahil olmak adına çabaladığını görmek garipti. Sami, Josefina ve manevi babası olacak adam dışında birine gerçek manada değer verdiğini görmek ve bu kişinin ben olduğum gerçeği bir türlü içimde yer edinemiyordu.

Yani, sonuçta insanlara servis peçetesi muamelesi yaptığını gördük. ilk elden. Defalarca.

Narlıdere'ye doğru giden trafiğin içinde, gerekliliğini sorguladığım onlarca trafik lambasında kırmızıya yakalanmamaya çalışıyorduk. Bir şekilde ağlamamıştım, içimden bir ses Arslan'ın beni bu kadar konuşturmasının tek nedeninin beni tanımaya çalışması değil de; aklımı dağıtmaya çalışıyor olması olduğunu söylüyordu. Bu bana değer verdiğini tek başına kanıtlamalıydı aslında

Adamın ilan-ı aşkını susturdun, onu da saysana kanıttan?

İç sesimi bastırmak gitgide zor hale geliyordu. Gözümün kenarında asılı duran gözyaşını bastırmak için sadece Arslan değil, hür-delim de iş başındaydı. Ama yolun sonundaydık işte, Arslan bakışlarını yoldan çekmemeye çalışırken telefonu yerinden alıp navigasyonu kapattı. Tesisin girişini görebiliyorduk artık. Derin bir nefes aldım. Yorgunluk ve inkar yığılıyordu üzerime. Güvenlik görevlisi gelip ikimizin de kimliklerini aldığında, zihnim kaçış peşinde ve bedenimin bulunduğu bu mekanı kabullenmemekte ısrarcıydı. Elimi emniyet kemerine attığımda hareketlerim otomatikti ve sıcak bir dokunuşla tüm zihnimin tekrar yer yüzüne döndüğünde bakışlarımın odağında Arslan vardı. Eli, emniyet kemerini çözmek için bekleyen elimin üzerindeydi. Diğer elinde ise ne ara kutusundan çektiğini bilmediğim bir mendille, yüzüme doğru hamle yaptı. Pınarımda tuttuğumu sandığım gözyaşım hapsinden kurtulmuştu anlaşılan, benden iyi bir gardiyan olmazdı.

Gözlerimi kapattım ve Arslan'a izin verdim.

"Her şey güzel olacak." dedi ve gözlerimi açtım. Kafasını hafifçe yana eğip bana anlayışlı bir gülümseme sundu, bu gülüşü ilk defa görüyordum. Benim  güzelliğiyle çarpılırken, şefkatin verdiği sızıdan huzur duyabileceğimi öğrendim. Sonunda elimi serbest bıraktığında derin bir nefes aldım, kapıyı açıp arabadan çıktım; havanın alazı tüm vücudumu yaladı. Bir yalama ne kadar memnuniyetsizlik verebilirse o kadar rahatsız ediciydi bu. Arslan da araçtan çıkıp dolandı ve yanıma gelip benimle birlikte girmemiz gereken binaya gözlerini dikti. Tesis tek binadan oluşmuyordu, pahalı olmasının sebebi tam teşekküllü bir huzur köyü olmasıydı; huzur evi değil; k ö y ü.

Peki insanın nerede öldüğünün bir önemi var mıydı? Ruhun onca zaman refakat ettiği beden sonunda tükendiğinde ayrıldığı şu kabuğun, toprağın altına giden son yolcuğuna nerede başladığının gerçekten önemi var mıydı? Yer miydi içinde ölmek için tutunmamız gereken yoksa, insanlar mıydı değer verdiğimiz? Peki ya ruh, ikametini; değişir ve yavaş yavaş yılları devirdiğini sanan ama yılların devdiği o bedeni; aslında sadece konak olarak kullanmıyor muydu? Ruh, evinden koptuğunda, kabuğu nerede bıraktığını umursar mıydı?

Kafamda deli-ciddi sorular.

Daldığım felsefi curcunadan beni tekrar yeryüzüne çeken tam sırtımdan yayılan, artık ezberlemek üzere olduğum o sıcak dokunuştu. Arslan'ın eli sırtımdaki yerini aldığı anda adım atmayı yeni öğreniyor gibi hissettim. Halam, annem, ailem.. Yoktu. Bu zamana kadar bir yerde bir köküm olduğunu bilerek atmıştım adımlarımı, beni yaşatan bir gerçekliğin yok olduğunu sindirdim binaya giden her adımda. Arslan'ın sessiz desteği ile kapıdan içeri girdiğimizde, sırtımdaki eli belime inip beni iyice kendine yasladı. Zeynep Hanım'ın odasını biliyordum o yöne çevirdim kendimi. Yüzünde anlayışlı, samimi bir üzüntüyle kadın çoktan bize doğru geliyordu. Elini uzattı ve selamlaştık.

"Bars Bey, başınız sağolsun, tekrardan. Naaşı görecek misiniz?" diye sordu.

Cevap vermek için kısa bir nefes çektim ama ben daha ses çıkaramadan Arslan benim yerime cevap verdi.

"Hayır, görmeyeceğiz. Gerekli işlemler yapıldı mı?"

Zeynep Hanım kafasını anlayışla salladı. 

"Görmeyecekseniz tabutu ve cenaze aracını hazırlatacağım. Ofisime buyurun lütfen, yoldan geldiniz ancak imzalanması gereken belgeler var." Önümüzden çekilip eliyle nazikçe yolu gösterdi. 

Tek gerçekliğim belimdeki el, buz kesmemi engelleyen ise o elden yayılan ısıydı.

****

Haykırıyordum, gözlerim tüm ışık kaynaklarına küfredercesine sımsıkı kapalıydı. Mezarlıkta imam, Zeynep Hanım, ben ve Arslan'dan başka kimse yoktu. Babam, kendi ablasının cenazesine bile gelmemişti. Ama ağlama sebebim bu değildi. Onca saat dayanıp şimdi dağılmamın tek sebebi; toprak atarken kürek sapından avcuma hatıra olsun diye giren kıymıktı.

Erkek ağlaması işte budur. Soktuğumun toplum dayatmaları yüzünden, en basit insani duyguları bastıran o sözde ataerkil kimlik yüzünden, biriktirir durur erkekler. Ve bir sebep bulduğumuzda, bir kere ağlamaya başladığımızda, geriye dönüp ağlayamadığımız her şeye toplu bir şekilde ağlarız. Avcumdaki kıymığa aldırmadan, beni boşvermiş olan dizlerimin üzerine yere düşmüş bir çocuk gibi oturmuş; iki elimle toprağı kavramış ağlıyordum. Bir çok anlam, pek çok metafor düşünebilirdim, avcumda ilerlediğini hissettiğim kıymık için. İsyankar değildim, halama daha çok vakit ayıramadığım için pişman olmak gibi bir durumda yoktu. Kendimden yana tamdım da, yalnız kalmış olmak, o huzur kucağına tekrar giremeyecek olmak, anne kokusunu tamamen unutmaya mahkum edilmiş olmak, saf kalp sancısıydı.

Biraz sakinleştiğimde yanıma yere çökmüş, bana sarılan Arslan ve yasıma saygıyla kenarda bekleyen imamdan başka kimse yoktu. Zeynep Hanım dayanamamış olmalıydı, sanıyorum. 

"Bars, gel hadi." Arslan'a baktım ama gözlerim o kadar çok acıyordu ki açık tutmak istemedim. Tekrar kapattım ve sakince kafamı salladım. Beni kaldırdı, kendi halini umursamadan benim üstümü başımı silkeledi ve çeşmenin başına kadar götürüp ellerimi yıkamama yardımcı oldu. Avucumu ovarken kıymığın üzerinden geçen parmağıyla durup elimi incelemeye başladığında ciddi yüz ifadesine baktım. Nasıl yaşlanacaktı bu adam? Nasıl ölecekti, bu bedendeki ruh utanmıyor muydu onu sömürmeye? Ya da vazgeçtim, ben kendimi o ruhta bulmamış mıydım? Peki o da giderse?

Arslan bu sırada kıymığı tırnaklarıyla tutmaya çalışsa da beceremeyince avcumu biraz daha sertçe gerip diliyle avcumun içini yokladı. Biraz şok kendime gelmeme sebep olmuştu. Sanki biri tokat atmıştı bir an için, noluyor amına koyayım ya? Kıymığın üzerinde oyalanan dili yerini emin bir şekilde hareket eden dişlerine devrettiğinde ne yapmaya çalıştığını anladım ve hafifçe nefesimi saldım. Sadece belirli şeyler için yetenek kelimesini kullanıyor olmamız çok saçmaydı çünkü tek hamlede, dişleri ile kıymığı çıkarmak da bir insanın yeteneği sayılmalıydı, yani neden sayılmasın ki?

****

Tekrar arabaya bindiğimizde rezil bir haldeydim. Yorgundum, kafam dünya kadar olmuştu ağlamaktan. Daha İzmir trafiğinden çıkamadan uykuya beyaz bayrak sallamıştım. Uyandığımda ise arabada değildim.

Peki ben bu yatağa nasıl geldim? Peki, neden çıplağım?

Oha amına koyum, çıblaam?? Oha, neden? Oha, yuh.

Yatakta kıpırdanıp etrafıma baktım, karanlık bana gece olduğunu söylüyordu, duvardaki dijital saat ise 03:18 diyordu. Peki bu duvar nerenin duvarı, bu saat kimin saatiydi?

Hafif bir hırıltı duyunca sağıma, yanımda uyuyan Arslan'a baktım, yüzü yine aynı acı ifadeyle kasılmış, çenesini sıkıyordu. Yanında ikinci kez uyanmak da ilki kadar büyüleyiciydi. Gözlerim isyanına devam edercesine sızlarken önemsemeden bedenimi tamamen Arslan'a çevirdim, huzursuz uykusunu izlerken farkettim ki ben nerede öleceğimi değil, ölürken yanımda kimin olacağını daha çok önemsiyordum. Çünkü şu an nerede olduğumu bilmiyordum, karanlıktaydım, benim kanımdan olup bana kıymet veren tek insan da gitmişti ama altın yeleli kralım yanımdaydı.

Ölüm benim için geldiğinde yanımda yine onun olmasını dilerken tekrar uyudum. Neye uyanacağım bile umurumda değildi.

****

AAAAUUUU SHIT! AĞLAMIYOM AMK.

BB✌

ASLANWhere stories live. Discover now