Bölüm 28 "Can Pahasına"

8.7K 2.2K 35
                                    

BÖLÜM 28 "Can Pahasına"

Yaşamımız boyunca üç dönüm noktamız vardır: Bizlere verilen üç şans. Bazen bu üç dönüm noktasını fark edemeyebiliyor ya da fark etsek bile elimizden bir şey gelmediğini düşünüyorduk. Ama geliyordu; sadece o an için pes etmiş oluyorduk. O zamana kadar verdiğimiz savaşlar ağır geliyordu belki de.

Hayatımda bu zamana kadar iki dönüm noktasını çoktan yaşadığımı düşünüyordum. Birincisi, annem öldüğü zaman yaşamıştım. Çocuk esirgeme kurumuna gönderilmek üzere işlemlerim halledilirken üniversiteyi kazanmış ve devlet yurduna kayıt yaptırabilmiştim. Benim açımdan büyük bir dönüm noktası olmuştu.

İkinci dönüm noktam ise öldüğüm gündü. Ne garip. Öylesine bir günden bahsediyor gibiydim. Ölmüş ama tekrar hayata dönmüştüm ve bundan normal bir olay gibi bahsedebiliyordum. O günden beri yaşadıklarım artık hiçbir şeyi gözümde büyütmemeyi öğretmişti aslında.

Ne yaşamı, ne arkadaşlıkları ne de kendini.

Artık bir geleceğim olduğuna inanmıyordum, günlerdir aranan bir kaçaktım. Geri dönüp onları gerçeğe inandırsam bile, başında kaçtığım için yine ceza alırdım. Arkadaşlarım desen, hiçbirine ulaşamıyordum. Hepsinin, onlara ulaşırsam diye telefonları dinleniyordu. Buna Kader hoca da dahildi.

O gün, kafasında vazo kırdığım için suç ortağı olarak görülmemişti. Özge, Kader hoca sorguya çekildiğinde bana haber vermişti ve o sorgulanırken bende sorgu odasına girmiştim. Hasta olduğumu ve kendisinden beni yurttan almasını istediğimi söyletmiştim. Kendisine Ekin'in beni aramasından sonra bir anda delirdiğimi ve kendisine saldırdığımı polislere anlatmıştı.

O bu olayda basit bir kurban olarak görünüyordu. Hayatına devam edebilirdi. Benim ruhum ise Kader hocanınkinden bile yorgundu. Ölüme çok yakındı. Kayıp Ruh olduğumuz için camlardan ve aynalardan yansımalarımızı gösterme, bakabilme özelliğine sahiptik. Fakat ruhumun görüntüsüne bakmak dahi istemiyordum.

Çokça acı çekiyordum, boyut atladıkça. Gerçek anlamda son demlerimi yaşıyordum. Her an bütün gücüm çekilebilir ve yok olabilirmişim hissiyle yaşamak kafayı yedirtecekti bana. Özge bile bu durumumu gördüğü için bana sözümü tutamazsam sorun olmayacağını söylemişti ama tutmak istiyordum. Kurtulmak istiyordu ve onu kurtarmaya en yakın kişi bendim. Öylece onu bırakamazdım burada.

Kurulduğum koltuktan kalktım ve kenarda duran kapüşonumu elime aldım.

"Nereye?"

"Biraz gezmek istiyorum" dedim Özge'nin bakışları altında.

"Bunun tehlikeli olduğunu biliyorsun."

"Biliyorum."

Polisler, televizyon kanallarına kadar fotoğraflarımı vermişti. İş gerçekten akıl almaz derecede büyümüştü. Bir kişinin bile beni görüp fark etmesi, tehlike arz ediyordu. Ama sona yakındım, tehlikeyi göze almak istiyordum. Son kez anılarımı güzelce hatırlamak istiyordum.

Büyük boy aynasının karşısına geçip kendime baktım. Yırtık siyah pantolonum, koyu lacivert kapşönüm ve fark edilmemi engellemek için kısacık kesilmiş saçlarımla hala yirmili yaşlarımda gösteriyordum. Ruhumun yaşı ise düşünmek istemediğim bir konuydu.

"Ben çıkıyorum."

Kenarda duran şapkamı aldım ve yüzümü kapatacak şekilde taktıktan sonra evden dışarı attım kendimi.

"Dikkat et!"

Özge'nin bağırışını bir tek ben ve etraftaki ruhlar duyarken bir cevap vermeden yürümeye başladım. Tek seferlik akbillerden bir tane alıp durağa geçtim. Otobüs beklediğim de daha boş olunca en arkadaki dizili koltuklardan birine oturdum. Bir süre sonra dışarıda yağmur yağmaya başlamıştı, damlalar otobüsün camına çarptıkça dışarısının görüntüsü bulanıklaşıyordu. Ama esas bulanık olmasının nedeni, akmak üzere olan gözlerimdi.

YEDİ SANİYEWhere stories live. Discover now