14 ° londra

1.1K 75 24
                                    

Sanırım en iyisi her şeyi baştan anlatmak ama ne kadar zamanım kaldı bilmiyorum. Umuyorum Lenard'ı sağ salim Newt'in yanına götürecek kadar zamanım vardır. Belki de Tanrılar onun ölmesi gerektiğini düşünüyordur ama hayattaki tek varlığıma bunu yapamam ve umarım bu satırları okuyan da sensindir benim güzel oğlum. Belki de bu okuduklarından sonra seni böyle bir sorumluluk içinde bıraktığım için benden nefret edeceksin. İnan bana ben kendimden ediyorum. Bu kadar saf olduğum için, zayıf noktalarımı kullanarak beni kendine böyle kolay bağlamasından, her şeyden... 

Bundan sonraki satırları dikkatli okumalısın. Eğer en küçük bir hata yaparsan kendini o karanlığın kollarına atacaksın ve bu senin güvende büyümen için yaptığım her şeyin boşa çıkmasına neden olacak. Ölümüm boşuna olmuş olacak. Dahası tüm sevdiklerin büyük bir tehlike içine girmiş olacak. Sanırım artık neler olduğunu yazmaya başlasam iyi olacak.  

Londra, 1933

Topuklu ayakkabılarının izin verdiğince rampadan indiğinde Londra'nın o deniz kokusu ile karışık dumanlı kokusunu içine çekti. Doğruyu söylemesi gerekirse Londra babasının anlattığı gibi bir yerdi. Her yerin dumanlarla kaplı olduğu, basık ve karanlık bir şehirdi. Eğer dostu Newt'in baskıları olması şehre adımını bile atmazdı ama büyücü öylesine ısrar edermiş olmuştu ki neredeyse her gün evinin kapısında bir baykuş belirmeye başlamıştı. 

Sonunda düşmeden rampadan indiğinde kalabalık limanda etrafına bakınarak yürümeye başladı. Öğlen saatleri olmasına rağmen sisli bir hava vardı. Tabi ilkbaharın ortalarında olmalarına rağmen havanın serin olması da cabasıydı. Sonunda gümrük görevlisinin olduğu masayı bulduğunda rahatlamış bir şekilde gülümsedi. Bir an için Londra'daki ilk gününde kaybolacağını düşünmüştü. Yüzündeki gülümsemeyi silmeden görevlinin tam önünde durdu. 

"Pasaport lütfen." dedi gözlerini bir an bile ondan ayırmadan. Genç cadı daha ilk dakika da adamın ne kadar sert ve ciddi olduğunu anlamıştı. Küçük kol çantasındaki pasaportu çıkartarak adama uzattı. Bu sırada esen rüzgar yüzünden ister istemez ürpermişti. 

Fransa'daki güzel havaya aldanarak haki yeşili elbisesini giymişti. Elbisenin kolları bahar havasına uygun olarak tam dirseğinde bitiyordu. Eteği ise diz ve bileğin hemen ortasında bitiyordu ki bu dönemin modasına uygundu. Bu kıyafetini siyah renk pabuçları ve her mevsim giymekten zevk aldığı siyah geniş kenar keçe şapkası ile tamamlamıştı. Aslında bu şapkanın onun için manevi değeri de vardı. Babası ölmeden önceki geçirdikleri son Noel de bizzat kendisi hediye etmişti. 

Çok sevdiği babası aklına gelince ister istemez yüzündeki gülümseme de solmuştu. Yine de hüzünlenme işini sonraya bırakmaya karar vermişti. Çünkü görevli şüpheli bakışlarla ona dönmüştü. 

"Brengeria Fantine Lefebvre?"

"Evet, benim." dedi yoğun aksanlı sesiyle. Bu nedensizce görevlinin gülmesine neden olmuştu. Bir Fransız olduğu için ne zaman İngilizce konuşsa bazı harfleri ister istemez yutuyordu. Yine de genç cadı bunu hiçbir zaman sorun etmemişti. 

"İngiltere'ye geliş nedeniniz?"

"Arkadaş ziyareti."

Görevli göz ucuyla elindeki eski bavula baktıktan sonra pasaportu uzatarak gülümsedi. "İngiltere'ye hoşgeldiniz."

Brengeria pasaportunu heyecanla alarak adam gülümsedi. "Teşekkür ederim." dedi ve yanından sakin adımlarla geçti. Şimdi geriye tek yapması gereken arkadaşı Newt'i bulmaktı. Onu da çok geçmeden gerçekleştirmişti. Büyücü büyük bir heyecanla el sallayarak yanına yaklaşırken yüzündeki gülümseme de ister istemez genişlemişti. 

maledictus [marauders era]Where stories live. Discover now