Bölüm Beş

365 87 198
                                    

__ Sezin hanım komşumuz mu?
Anıl , sandalyelerden birini mavi beyaz zemine bıraktı.

__ evet.

__ sana da bu yüzden mi para verdi?

_ biz onunla abla kardeş gibi olduk , yardıma ihtiyacım olduğunu gördü yetişti hemen , verdiği para masrafları karşılamaya yeter.

Kar tanelerini seven adam gülümsedi her zaman gibi gözlerinin içi de onunla beraber güldü.

O gün bütün gün dükkanın koşuşturmasıyla geçti. Ortalığı silip süpürmekle. Vakit çok geç olmuştu o , hala tezgahın arkasında çalışıyordu bende süpürgenin sapına yaslanmış uyukluyordum.

Gözlerim neredeyse kapanmak üzereyken Sezin hanımın dükkanı kapatmaya hazırlandığını gördüm . Ortalıkta bırakılan ya da alakasız raflara bırakılmış giysilerini özenle topluyor , yerlerine yerleştiriyordu .

Küp şeklindeki stantların birinde duran topuklu ayakkabıyı , burnundan iterek düzelttikten sonra dükkanı kapattı, özenle anahtarını çantasına yerleştirdi arkasında kelebekler olan botlarıyla gözden kayboldu.

__ daha ilk günden böyle uyuklayacaksan işimiz var seninle

Anıla hiç arkamı dönmeden cevap verdim :

__ uyumuyordum Sezin hanımı izliyordum ...

__ hep öyle olur ya zaten , neyse gel sana kalacağın yeri göstereyim.

Dükkanın en iç kısmında , sadece tek bir kişinin sığabileceği genişlikte bir aralıktan geçtik sonrada uzun , dar merdivenlerden çıktık. Geldiğimiz yer kırmızı demirleri olan bir balkondan ayrıca neredeyse birbirinin içine geçmiş iki odadan oluşuyordu.

Odalardan birinde mutfak da vardı ayrıca bu oda oturma odası olarak da kullanılıyordu. Diğer oda yalnızca bir yatak ve gardroptan oluşuyordu ancak odanın camları devasa büyüklükteydi ve şehrin ışıklarını cömertçe gözler önüne seriyordu.

Aramızda anlaştık ve daha ilk görüşte vurulduğum büyük camlı oda benim oldu . Nedendir bilinmez ama bu odayı , bu evi benimsemiştim .

Kar tanelerini seven adam , yatağın çarşaflarını değiştirdi. Pembe , üstünde mini mini çiçekler olan bir çarşaf serdi üstüme de beyaz bir pike çıkardı.

Her şey hazırdı. Bavulumun içindeki giysiler dolaba yerleştirilmeyi bekliyordu sanırım bir süre daha bekleşeceklerdi çünkü onları dizemeyecek kadar yorgundum ayrıca hala mis gibi yumuşatıcı kokan pikeye bürünüp kocaman camdan ışıklı şehri izlemeyi bu sıkıcı angaryaya tercih etmiştim.

Biraz sonra gözlerim kapandı yalnız gözlerim kapanmadan önce sanki kabul olacakmış gibi bir dua ettim içimden . Eğer bir tanrı varsa mutlaka duymuş olacaktı öyle içten etmiştim ki duayı...

Uzakta kocaman ayna gibi parlayan bir bina , binanın en tepesinde kırmızı bir ışık yanıp sönüyor , binanın üstünde ışık oyunları capcanlı , rengarenk... işte benim duam o binanın en tepesinde olmak en tepesinde olup şehre bakmak ... ışıkları söndüğünde büsbütün çirkinleşecek ve de ahvali ışıkları kadar parlak olmayan bu memleketin en tepesinde olmak ...

Bembeyaz bir pike örtülmüş üstüme , yanımda bağlı olduğum makinelerin ışıkları yanıp sönmekte , burnumda , ağzımda sanki inatla beni hayatta tutarken Azrail'e cebelleşiyorlar. Aynı rüyanın içindeyim . Neden bilmiyorum ama bu sefer öncekiler kadar korkutucu gelmiyor . Daha çok yaklaşmaya çalışıyorum neredeyse ölmüş kendime , olmuyor. Yerimde çivilenmişim sanki hareket edemiyorum. Aynı noktadan bakmaya devam ediyorum kendime. Bu rüyanın anlamı ne , bilinçaltım neyi gizlemiş ki bana bu rüyayı görüyorum hiç durmadan ...
Hastalanıp ölmeyi düşünürdüm özellikle hayat , umutlarımı kırdığında, gelecekten beklentimi kestiğimde , yaşasam ne olacak ki diye düşündüğümde ... o yüzden mi görüyorum bunları ? Bilemiyorum...
Yerimde çivilenmiş gibi dururken birden odanın kapısı bir çıt sesiyle açılıyor . Başımı sesin geldiği yöne çeviriyorum gelen kim ...

Bir ürpertiyle uyanıyorum , hastane odası yok devasa camları olan güzel odamdayım.

Gün yeni ağarmış yatağın yanı başındaki küçük saat 06.20 'yi gösteriyor . Benim için oldukça erken olan bu saat anlaşılan bazıları için hiç de öyle değil
.
Yatağın yanındaki küçük kahverengi komidinin üstündeki bir not ve bir gevrek simit öyle söylüyor. Yatakta doğruldum notu okudum : " ilk simitler çoktan çıktı."

Yüzümde şapşal bir gülümsemeyle yataktan kalktım rutin sabah işlerimi hallettikten sonra elimdeki kocaman simiti dişlerken dükkana indim.

Mis gibi kaynatılmış süt kokusu etrafı sarmıştı. Kar tanelerini seven adam başında beresi , önünde önlüğü tezgahın üstündeki kocaman gümüş renkli bir kapta bir şeyler çırpıyordu.

Beni görünce gülümseyerek :
__ sonunda uyanabildin. Böyle uykucuysan seninle daha çoook işimiz var , çöpler ellerinden öper .

Bende ona gülümseyecekken söylediklerinden sonra somurtmaya başladım. Çöpleri aldım , arkamı dönüp dükkanın kapısından çıkarken yüzünde şapşal bir gülümsemeyle lanet kaptaki şeyi çırptığını biliyordum.

Bir insanın sabahın bu saatinde nasıl bu kadar çok çöpü olabilirdi ki .

Sokağın sonundaki büyük konteynıra gittim çöpü havaya kaldırıp içine atıverdim. Ellerimi pantolonuma sürtüp çırparken arkamı döndüm o sırada bizim dükkanın tam karşısındaki o butik dikkatimi çekti.

Hemen karşıya geçtim , butik henüz açılmamıştı ama kepenkleri olmadığı için içeriyi ellerimi gözlerime siper ettiğimde görebiliyordum bende sinsi sinsi gözetlemeye başladım .

İçerisi modernizminin tüm izlerini taşıyordu , gri duvarlar , gri zemin , devasa aynalar , kadife koltuklar , kristal sehpahalar ahenk oluştuyordu. O kadar beğenmiştim ki her şeyi.

Vatoz gibi cama yapışmış halimden , Sezin hanımın yumuşak ama dikkat çekici güçlü sesiyle çıktım .

Sezin hanım:
__ sanırım siz de o çanta için geldiniz . Bir tane kaldığını dün paylaşınca tabi.

Neden bahsettiğini anlamamıştım . O dükkanda beş yüz tane çanta olmalıydı ama o çanta diye bahsettiğinin, vitrindeki küplerin üstündeki yeşil croko desenli çanta olduğunu düşündüm.

Sezin hanım bu sırada çantasından anahtarını çıkarmaya uğraşıyordu . Buyurun geçin der gibi başıyla bir işaret yaptı bende utana sıkıla çantaya sadece baktığımı almayı düşünmediğimi söyledim . Kahverengi , düzgün yay gibi kaşları havaya kalktı.

__ sen , pastanedeki kız değil misin ? Dün yerleri temizlerken gözlerini dikmiş bana bakıyordun. Hah işte tamda şimdi olduğu gibi ! Kızım , annen sana hiç öğretmedi mi insanlara gözlerini öyle dikip bakmaman gerektiğini .

__ affedersiniz . Ben sizi rahatsız ettiğimi fark etmedim .

Sezin hanım son söylediklerimi hiç duymamış gibi içeri geçti . Hemen bir şeylere uzandı bakımlı , yüzüklerle dolu elini . Birkaç elbiseyi astı , düzeltti. Daha fazla orada durmamam gerektiğini düşündüm .

Dükkanının yanı başındaki sokak lambasından farkım yoktu hatta belki kadını rahatsız ediyordum . Bu yüzden hemen karşıya geçtim .

O meşgul bir kadındı bense çalışıp güç bela okumaya çalışan bir kadın . Dışardan pastaneyi gördüğümde o an o dükkan bana dünyanın en iyi tatlılarının burada piştiği izlenimini verdi.

Dükkandan içeri girdiğimde , kar tanelerini seven adam fırın sütlaç yapıyordu. Sütlaçları kahverengi kaselere doldurmuş üstlerini tekrardan ağzından ateş çıkaran bir aletle yakıyordu.

Ondan öğrendiğime göre pürmüz dediği buydu . Yanına gittiğimde ateş çıkaran minyatür bir ejdere benzettiğim bu aleti , elime tutuşturuverdi.

Birkaç defa boşluğa sonra da sütlaçlara tuttuğum bu ejderi sevmiştim . Fırın sütlaç yapmak benim bu pastanede yaptığım ilk işti tabi frambuaz lekesini temizledikten ve çöpeleri döktükten sonra ...

Cennette 40 GünWhere stories live. Discover now