4. Bölüm

4.1K 225 76
                                    

Bilinmeyen bir hayat çizgim vardı. Günümüz geçen günümüze uymayacak kadar bir büyük başlangıç oluyordu. Bu başlangıçta yol nereye götürüyordu bilmiyorduk, ilerliyorduk. Ya düşüyor dizimizi kanatıyorduk ya da emin adımlar ayaklarımızın altında zemin oluyordu.

Kaç gündür kendimdeki bu çizgide düştüğümü bile anlayamıyordum. Peşi sıra gelen olay beni hiç olmadığım kadar yıpratmıştı. Şimdi yürüdüğüm yollar beni korkuyla içine hapsediyordu. Geldiğim ev ve önünde gördüğüm kişi ile yüzümde gülümseme oluştu. Ona doğru ilerleyip, "Çok mu beklettim?" diye sormaktan kendimi alamadım. Oysa birkaç adımlık mesafe vardı evimizin arasında. Büşra bana dönüp, "Ağaç etmedin, çiçek açtım. Yeterli mi?" dedi. Göz devirip, "Meyve vermen daha makbuldü," deyip soğuk esprisi yetersizmiş gibi bir de ben yapınca buz kesmiştik. Büşra benim aksime espriden yana pek dert yanmadı. Elindeki telefonu cebine koyup, "Neyin var senin?" dedi. Ona bu konuda bir şey belli etmediğimi düşünmüştüm lakin Büşra'nın gözünden bir şey kaçmamış gibi duruyordu. Tekrar sahte gülümsememi yüzüme yerleştirip, "Ne gibi?" dedim. Anlatmalıydım, anlatmam gerekiyordu her şeyi. Bu benim cesaretimi kırarken bu sefer korkmayıp aileme her şeyi anlatmam gerektiğini gösteriyordu bana. Onlara her şeyi anlatmalı, kendimi koruma altına almalıydım.

Tam söze girişecekken telefonum çaldı. Arayan numara yabancı olmasından ötürü önce tedirgin oldum. Köşeye geçip telefonu açtığımda, "Merhaba Zeynep Hanım, şikâyet ettiğimiz şahıs şu an emniyette. Tekrar gelip imza atmanız gerekiyor," dediğinde Büşra'ya kısa bakış atıp, "Geliyorum," dedim. Telefonu kapatıp Büşra'ya döndüm. Bana meraklı gözlerle bakıp, "Bir şey mi oldu?" dedi. Olmuştu, olmuştu da olanla kendimi nasıl ifade edecektim bilmiyordum. Emniyetten geldiğimde ilk işim her şeyi anlatmak olacaktı.

"Gelince anlatayım mı acil işim çıktı." Büşra dediklerimden ötürü biraz daha şüphelendi. "Valla anlatacağım, şimdilik işlerimi halletmem lazım." Başını sallayıp, "Seni dört gözle bekliyorum, bakalım yine ne bela aldın başına," dediğinde yanaklarını sıktım.

"Aşk olsun, bela tam karşımda akşama yandım desene." Sözlerimle elime hafiften vurup, "Hiç ikna edemezsin beni," deyip beni postalar gibi baktı. Ondan ayrılıp ilerideki dolmuşa bindim. Gittiğim yer, göreceğim adam nasıl beni başka âleme sokacaktı bilmiyordum. Bir katille göz göze gelmek, dokunduğu yerlerde gözlerini hissetmek oldukça kıvamsız bir hal alıyordu. Ben başıma bir bela almıştım ve o bela beni lacivert gözlerinde mezara sokuyordu. O ölüm kokuyordu, kaç ölüm vardı gözbebeklerinde bilmiyordum, kaç insan öldürmüştü bilmiyordum. Kanlı elleri sanki hep üzerimdeymişçesine bana gölge oluyordu oysa ben gölgelerden uzak yaşayan biriydim.

Emniyete girdim. Nefesimi soluyup geçen polislerden yardım istedim. İmzamı attım ama emin olmak için onu görmek istedim. Eğer onu görmezsem onun olduğundan emin olamayacak gibiydim. Artık camekânın ardında onunla yüzleşiyordum. Tek farkı o beni görmüyordu. Sanki görmese de gözleri üzerimde gibiydi.

Soru soran polise dönüp, "Bu!" dedim titreyen sesimle. "O adamı bu adam öldürdü." Polis beni onaylar gibi başını salladı. Onlarda zaten caddedeki kameralardan tespit etmişlerdi. Kısaca Yiğit denen katile baktım. Yüzünde hiçbir emare yoktu. Buz kütlesi yüzü vahşiliğin dilinde buydu demek ki. Umursamıyor, pişmanlığını dile getirmiyordu. Bir cana kıymıştı, belki de birkaç cana... Zalimliğin yurdu zulmünün altındaydı.

Öyle tepkisiz oturuyordu ki, sanki buradan kolaylıkla çıkacakmış gibi... Öyle rahattı ki, vicdanının emaresini göremiyordum.

Beklemeye başladım, onu kelepçe ile çıkarken görmeliydim. Beni görmesi umurumda değildi. Ondan korkmuyordum, korkum sadece bana istemediğim bir temasta bulunmasıydı.

VİSALHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin