30. BÖLÜM

1.4K 98 15
                                    

Kalp bir kayıpla durma noktasına gelebilirdi ama durmazdı. Kalp bir acıya kucak açabilirdi ama o acıya dayanamazdı. Acıyordu kalbim, sızım sızım sızlıyordu. Ölüyordum, kalbim atmayı bırakmış gibi nefesimin hakimiyetinde değildim. O kalpte sevdiğim adam vardı ve kalbim çırpındıkça çırpındı. Yüreğimin ortasında cayır cayır yanan bir ateş vardı. Ölüyordum, ölümü nasıl tasavvur edebilirdim bilmiyorum ama şu anki hissettiklerimle ölümü yaşıyordum. Ben bu hayatın ortasındaki enkazdım. Gördüklerim ise enkazdan beni nasıl sağ çıkarırdı bilmiyordum.

Sevdiğim adamı kanlar içinde görmek tahayyül edemeyeceğim durumdu. Onu koruyamamıştım, onu oraya ben göndermiştim şimdi ise yaptıklarımın sonucunu görüyordum. Bir kalp daha ne kadar durabilirdi ki?

Yanaklarımı ıslatan acı his beni kahretti. Etrafıma baktım, yanımdaki insanlara tek kelam edemedim. Boğazıma oturan acı yumruyla gözlerim kapandı, ağzımdaki kekremsi tat dudaklarımı kuruttu. Koluma dokunan el Betül'ündü. Bana sorgularcasına bakıyordu ama ben dilimin tutulması gibi olanları ifade edemiyordum. Elimi göğsümün üzerine koyup, "Yiğit," dedim titreyen sesime mani olamadan. Herkesin gözü bana kaydığında telefonu Bahadır'a uzattım. Bahadır elindeki telefonu sıkıp Demir Bey'e olanları anlattı.

Araba hızla hareket etti, çok geçmeden şirkete geldik. Şu anlık kimsenin olanlardan haberi yokken olanları ben anlattım, çok sürmeden de telefonla gelen haber herkesi hastaneye yöneltti. Hastane kapısında Muaz Bey tarafından durduruldum.

"Şimdi değil Zeynep, içeriye girmemelisin." Çatılan kaşlarımla Muaz Bey'e baktım. "Bu olanları onlar tasarladı biliyorsun. Yiğit'in haberini ben sana vereceğim." Beni arkasında bırakıp içeriye girdi. Bir milim kıpırdamazken yolun ortasında kalakaldım. Adımlarımı kısıtlayan Muaz Bey'di, tıpkı hareketlerimi kısıtladığı gibi kendi yönümü tayin edemiyordum. Hastaneye girenler, hastaneden çıkanlar ve gördüğüm kişi kendime gelmemi sağladı. O da benim gibi şaşkınlıkla bana bakıyordu. Yanında Bahadır vardı ve onu teskin etmekle meşguldü. Yanlarına gidince beni görmezden geldi lakin önüne geçip durdurdum. Bana öfkeyle bakışı her şeyi açıklıyordu.

"Niye geldin? Yaptıklarına bak Zeynep? Nasıl yaptığını hâlâ anlamıyorum." Gözyaşlarımı silip, "En azından beni dinle öyle yargıla Ezgi," deyip köşedeki bankı gösterdim. Oraya ilerledik. Yan yana oturduğumuz bankta birbirimize bakamıyorduk. Ezgi'nin bana ilk defa böyle soğuk davranmasını kabullenemedim. Onun beni anlaması, bana güvenmesini istemem ona olan ihtiyacımın göstergesiydi. Bana karşı munis tavırlarından eser kalmamıştı. Bu da canımı bir hayli yaktı.

"Açıklaman var değil mi Zeynep? İnan bana bir açıklaman olmasını her şeyden çok istiyorum." Başımı salladım, bu da gözlerindeki güveni tekrar görmemi sağladı. Ufak bir sükutun ardından her şeyi bir bir anlattım. Aysun Hanım'a şimdilik bir şey anlatmamasını hatta aramızda kalmasını istedim. Kabul edip bana sıkıca sarıldı. Kalbinin güzelliğiydi bana bu kadar kolay güvenmesi ve ben Ezgi'yi gerçekten de seviyordum.

"Ya neler ürettim kafamda biliyor musun? Kıyamam sana, ah Muaz amca ah." Elimdeki elini okşayıp, "O da her şeyin iyi olmasını istiyor. Çabalıyoruz ama bir yandan kendimi sıkışmış hissediyorum," dedim. Başını sallayıp, "Bundan sonra hep yanında olacağım," deyince gülümsedim. Aniden yüzüne bakıp, "Yiğit," dedim usulca. Tekrar gözlerim doldu, canımdan can gidiyordu.

"Birkaç kişi gece lavaboya gittiğinde saldırmış. Tabii bizimki anladığında adamlar için çok geçmiş. Hepsini halt etmiş ama koluna ve omzuna isabet eden bıçaktan kurtulamamış. Adamlar ölmüş bizimki de bayılmış. Kimin başlarında olduğu bilinmiyor, sanırım amacı korkutmak." Bir şey demedim, o an Bahadır yanımıza geldi. Mendil uzatınca alıp ıslak yanaklarımı sildim.

VİSALHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin