32. BÖLÜM

1.8K 116 3
                                    

Yorumları unutmayalım.

....

"Zeynep, hadi çabuk ol." Ağzımdaki iğneyi eşarbıma takıp, "Neden nereye gideceğimizi açıklamıyorsun ki?" diye sordum, bir nevi söyleniyordum. Sabahın nurunda kalkmış, üstüne üstlük daha kahvaltı yapmamıştık. Elim ayağım birbirine dolandığından eşarbımın önünü yapamıyor, tekrar bozuyordum. Oflayarak tekrar iğneyi çıkardım. Yiğit yanıma gelip ağzımdan iğneyi aldı. "Şunu şuraya tak diye kaç kere söyleyeceğim?" deyip hafiften azarladı. Bir de anlıyormuş gibi davranması gerçekten güldürüyordu.

Elimdeki eşarbın uçlarını alıp eşarbımı yapmaya çalışıyordu. Yüzündeki ciddiyet güldürürken gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. Özellikle yapmak için uğraşırken halden hale girmesi yüzünün tatlı bir hal almasına neden oluyordu. Yapamadıkça kaşlarını çatıyor, dudaklarını birbirine bastırıyor derken onun mimiklerine odaklanıyor oluşumla birden bana baktı. Dayanamayarak yanağımı ısırınca, "Kendini geri çek, yoksa çıkamayacağız," deyince ağzım şaşkınlıkla aralandı. Aniden işi tatlı tehdide çevirmesine kadar gittik. "Ne yaptım ki?" Dediği gibi kendimi geri çektim. Bu halime gülüp, "Ne yapmadın ki!" dedi. İnsafsızdı, gerçekten şu haliyle kalbime kast ediyordu. Göz devirip aynaya baktım. Ufak bir kahkahayla, "Bu ne?" dedim. "Ben de iyi bir şey yaptın zannedip ciddi ciddi seni bekliyorum." Bana sanki karşısında seyirlik bir görüntü varmış gibi bakıyordu. Yüzümü düşürdüğümde elini uzattı.

"Yamacıma gel." Aynayı es geçip uzattığı eline elimi koydum. Beni kolunun altına koyup gevşek eşarbımı yüzüme çekti. Bir yandan gülüyor bir yandan benimle uğraşıyordu. "Çirkin şey." Eşarbımı geri çekip, "Bak ya," diyerek iğnenin ucunu koluna batırdım. "Bir de acele et diyorsun."

"Bence de, acele etmelisin." Kapıdan çıkıp başını uzatıp, "Bir saattir bekletiliyorum, ayıp ama," deyip göz kırparak görüş alanımdan uzaklaştı. Şaşkınlığım her gün biraz daha artıyordu. Bu adam benim yanımda bu kadar değişmeyi nasıl başarıyordu? Yüzü gülmeyen, öfkesiyle etrafındakileri muma çeviren adam o değildi sanki. Bir de şu hareketleri gerçekten şaşırtıcıydı. Gülerek başımı salladım. Eşarbımı büyük uğraşla yaptıktan sonra aşağıya indim. Yiğit pencere kenarında elini cebinde dışarıyı izliyordu.

Bugün oldukça arklı giyinmişti. Siyah keten pantolonunun üzerine siyah boyunlu bir kazak giymişti. Sıvadığı kolları ellerini cebine soktuğu için hafif kırık duruyordu. Arkadan bakınca düz ve cüsseli sırtı bir an dönüp dönüp bakmamda büyük etkendi. Her şeyiyle öyle özenliydi ki, bu beni biraz olsun aptallaştırabiliyordu.

"Yok ben beklerim dersen çıkıp yeniden yapabilirim eşarbımı." Beni yeni fark edecek ki sesimi duyduğu an bana döndü.

"Sanırım kadınları bekleme konusunda söylentiler çok haklıymış."

"Allah Allah, nedenmiş o?" Kolunu omzuma atıp, "Her türlü bekletiliyoruz, söylentiler doğru olsa da alıştık artık bir kere mavi," deyip koluma eliyle baskı uygulayıp kendine çekti.

"O bir kere bundan sayılmıyor."

"Doğru, sabırsız toprağın meselesi benimki." Sakallarını parmağımla karıştırıp, "O toprağa ihtiyaç varmış demek ki," dedim.

"İnkar edilemez."

"Ha, diyorsun ki, benimki biraz daha yükseklere çıkmak."

"Yok, o kadarda iddialı değiliz güzellik." Kapımı açıp binmem için yer verdi. Kapıyı kapatacakken durdurup parmağımla yaklaşması için işaret ettim. Bana doğru eğilince kulağına fısıltı ile, "Gerçeklerin iddiaya ihtiyacı yoktur," dememle göz göze geldik. Yüzümüz birbirine o kadar yakındı ki, nefesi yüzüne değdi orayı talan etti. Sertçe yutkunduğum an bakışları yüzümün her hattında gezindi. Dayanamayıp dudağımın kenarından öptü. Burnunu burnuma sürtüp, "Ve sense benim tek gerçeğimsin," dedi nefesini nefesime armağan ederken. Geri çekildiğinde yüzündeki o ifadeyi görebiliyordum; beni... Bana dair her şeyi...

VİSALHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin