26. BÖLÜM

1.6K 96 26
                                    

Nefesimi kesen, bütün uzvuma felç etkisi bırakan bir andaydım. Merdivene düşen bedenimi sarmalayan Beyza ablayla hareket kısıtlaması yaşıyordum. Titredim, sanki bu titreme kendimi daha fazla dibe sokacaktı. Hırıltılı sesler çıkaran Beyza ablayla hafiften inledim. Oysa o yarasından ötürü inliyordu ve ben onu düşmemesi için tutuyordum. Başucumuzdaki sesler, üzerimdeki yaralı beden aşinası olduğum zamanı bana tekrar iade etti. Üzerimdeki can, benim canımı korumak için kendini feda etmişti. Oysa benim için feda edilecek can istemiyordum. Çünkü ben feda edilen o kadar canın vicdanıyla savaşırken yenisiyle başa çıkamazdım. Bu kadar güçlü değildim.

Üzerimden kaldırılan Beyza ablayla bedenime dokunan elleri geri ittim. Titremem şiddetlenmiş gözlerimden akan yaşlar daha fazla artmıştı. Bakışlarım yaralı olan Beyza ablaya kaydı. Üzerine sinen kan bu gecenin en büyük payıydı. Ağlayan çocukları uzaklaştırma telaşasındaydılar ama çocuklar bir kere o görüntüye şahit olmuştu. Hangi birine yanmalıydım bilmiyordum.

Daraldıkça daraldım. Karanlığın kucağındaki ay yok olmuştu bu gece, zemherinin avucundaydım. Dilime düşmeyen sözcüklerin katiliydim, akan gözyaşlarımın sebebine kendimi koydum. O sebepte alaşağı olurken kıpırdayamıyordum. Yaralı değildim ama büyük bir yıkımın altında kalmıştım. Titreyen elimi uzattım, elimi tutan olmadı. Kargaşa gittikçe çoğalırken bomboş bakışlarla önüme bakmaktan başka bir şey yapamıyordum. Bedenim tanıdık kolların arasına girdi, fakat ben o kollardan uzaklaşmak istedikçe engellendim.

"İyi misin güzelim, hadi cevap ver?" Bana endişeyle bakan Yiğit'e kaydı bakışlarım. O anda içimdeki kıyamet dudaklarımın arasından inleyerek çıktı. Bu sefer gözyaşıyla kalmamıştım, büyük bir acıyla inleyerek ağladım. Hızla kalkıp Beyza ablanın yanına gittim lakin gelen ambulansla beraber sedyeye yatırılıp götürüldü. Ondan geriye kalan zemindeki ve üzerimdeki kandı. O kan, bütün uzvumu yaktı. Yaktıkça beni yok etti. Yok oldukça benden bir parça kalmadı. Dizlerimin üzerine çöktüm. Gücüm yoktu, ölümün bu kadar zor olacağını düşünmezdim. Bana zor olan ölüm başkaları için oldukça kolaydı. Ben bunu istemiyordum ki ölen onlar değil ben olmalıydım.

"İçeriye geçin siz Ezgi, Zeynep'i odasına götür." Sesi öyle öfkeli çıktı ki bir kıyamette ondan çıkacaktı. Bağırdı, kimse bir şey diyemedi. Ne ailem yaklaşabiliyor, ne kimse itiraz ediyordu. Hızla başımı iki yana salladım. "Hastaneye gideceğim." Evde durmayı kabul edemezdim, bu kadar korkak değildim.

"Kötü gözüküyorsun Zeynep, hastane olmaz." Omuzlarına sertçe vurup, "Ne olmaz ya ne olmaz? Kadın benim yüzümden orada, ben kendimi mi düşüneceğim Yiğit?" dememle başka bir şey demedi. Arabaya geçtik, üzerimdeki kanlı kıyafet umurumda değildi, şu an için iyi haberler almaya ihtiyacım vardı. Bir şey olmaması için dualar fısıldıyor, akmaktan uslanmayan gözyaşlarımın acısını yanaklarımda hissediyordum. Çocuklarının bakışları geldi gözümün önüne, ağlayışları kulaklarımda yankılandı. Ne acıdır ki olanların müsebbibi olmaktan geri kalamamıştım. Ben bu vicdanla nasıl dururdum?

Hastaneye giriş yaptığımızda ameliyata sokulacağını duyduk. O kata çıktık, koridorda sadece eşi vardı, dağılmış, bitap düşmüştü. Bunun sorumlusu bendim. O kadar çok ölüm görmüştüm ki, bir an Beyza ablanın ölme düşüncesi beni çileden çıkardı. Bakışları bize kaydığında belli etmek istemiyordu ama kaşları çatıldığında anladım suçlayıcı ifadesini. Yanına gittik. Yiğit şefkatle eşinin sırtını sıvazlayıp, birkaç söz söyledi, bense kem küm etmekten konuşamıyordum. Üzgün olduğumu bile doğru dürüst ifade edememiştim. Kolumu tutan Yiğit olmasaydı, düşerdim. Ağladığımda yanan gözlerim değildi sadece, yüreğim cehennemi yaşıyordu sanki. Ezgi'nin beni teskin etmesi, Betül'ün su getirip zorla içirişi hepsi hayal gibi hafızamda silikleşti.

VİSALHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin