38. BÖLÜM

972 66 6
                                    

"Yukarıya mı götürüyorsun abla tepsiyi?" Halime abla çaydanlığı ocağa koyup, "Efe oğlum istedi, uzun sürecekmiş sanırım görüşme," deyince tepsiyi tezgâhtan ondan önce aldım. "Ben götürürüm," dediğimde itiraz etmeden önüne döndü. Merdivenleri dikkatle çıkıp odaya yöneldiğimde seslerini şimdiden duyabiliyordum. İçeriye girer girmez kocaman gözlerle olduğum yerde durdum. Yiğit Muaz Bey'in yakasına yapışmış vaziyette sert bir dille konuşuyordu.

"Sana karışmayacaksın dedim..." Biraz daha konuşacaktı ama beni fark edince susmak zorunda kaldı. Geri çekilip arkasına döndü. Öfkeli olduğu sıktığı ellerinden, bana arkası dönük oluşundan belliydi. Ürkek adımlarım odaya ilerleyince sadece onu görmek istedim ama bana dönmedi. Tepsiyi sehpaya koymam, odadan çıkmam sadece bir dakika sürdü.

Bütün moralim bozuldu. Yiğit'in öfkeli oluşu bu gece odaya hiç gelmeyeceğini gösteriyordu. Zaten saatte epey ilerlemişti. Balkona çıkıp sıkıntılı şekilde soludum. Bahçedeki sesler dikkatimi çekince biraz daha yaklaştım. Önde Muaz Bey arkada Serkan arabaya binip uzaklaştılar. Efe'de çok geçmeden arabasına binip uzaklaştı. Görüşmenin iyi gitmediği ortadaydı zaten Yiğit'te uzun zaman geçmesine rağmen odaya gelmemişti. Odadan çıkarak yanına gittim. Kapıyı açtığım an onu gördüm. Masa başında düşünceli şekilde önündeki dosyayla bakışıyordu. Elindeki kalemi parmağıyla sağa sola çeviriyordu. Beni fark ettiği an başını kaldırdı. Yorgun yüzü ihtişamla parladı. Gülümsememle sanki o an yorgunluğunu almışım gibi ifadesini değiştirdi.

Karşısına geçip tam önünde dikeldim. Yükseğine düştüğüm için başını kaldırmak zorunda kaldı.

"Yorulmadın mı artık? Biraz dinlen. Hem ben gelmesem bu gece yine gelmeyecektin değil mi?" Uzanıp bileğimden tuttu. Beni masanın etrafında döndürüp kendi tarafına çekti. Hızlı çekmesine karşın kucağına düştüm.

"Yorgunluğumu alırsın diye düşünüyorum."

"Hım." Kaşlarım kalkınca, "Ne hım?" diye söylendi. Bu haline kıkırdadım. Parmaklarımı yeni çıkmış sakallarında gezdirirken hiç boş durmayıp parmak uçlarımdan öptü. Köşedeki ceketi arkama koyup beni geri yasladı. Sırtım ceketinden ötürü acımadığı gibi şu an olduğum yer fazlasıyla rahattı. Uzanıp tokamı saçlarımdan çıkardı. Uzun saçlarıma geçirdiği parmaklarıyla karışıklığı yok edip usulca her bir telini okşadı.

"Çoktan aldın bile."

"Neyi?" Geç düşen jetonla ukalaca sırıttı. Yavaş usul saçlarımı okşarken diğer yandan dalgın dalgın yüzümü seyrediyordu. Başımı omzuna yaslayıp sessizliğine ortak oldum. Aklım hep biraz önceki ana gidiyordu. Birbirleriyle neden böyle düşman gibi olmuşlardı bilmiyordum.

"Yiğit," dedim uysal bir şekilde. Hala saçlarımla oynadığı için hafiften uykum gelmişti. Kucağına pusmuş olmam ise biraz daha etki etmişti. "Hı," dedi sessiz ve sakince. Stresten ötürü gömleğinin yakasıyla oynadım.

"Biraz önce ne oldu? Muaz Bey'le aran epey kötüleşmiş." Cevap vermedi. Başımı kaldıracakken, "Orada dur," deyip kalkmamı engelledi. Anlatmadı, belki de anlatmayacaktı. "Yiğit," dedim yeniden. Yine aynı karşılığı verdi. "Uykumu getirdin." Yerinden kıpraştı ve beni kucağına biraz daha yaydı. Dikleşen sırtıyla beraber çok geçmeden ayağa kalktı.

"Taşıma aracılığı iş başında diyorsun yani." Gülümseyip bana baktı. Yüzümdeki o gülümseyişim durgunlaştı. Gülümsüyordu ama morali bozuk olduğu belliydi. Ondan kaçarak başımı göğsüne tekrar yasladım. Şu an keyifli olmam gerekirken gergin kolların arasında oluşumun hissiyatı vardı. Konuşmadığı gibi beni de derin bir sessizliğe bürüdü. Sanki yok olacakmışız gibi, beni yine yalnızlığıma bırakacakmış gibi bendeki yakınlığında bile uzaklık sezdim.

VİSALHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin