58 - ❝Potterların çocuğu.❞

2.5K 185 348
                                    

MART 1980

"İçim hiç rahat değil." dedi James.

Gözlerimi devirdim ancak o bunu görmedi. Ben pelerinin altındaydım, o ise yanımdaydı. Kapının açılmasını gerginlikle beklerken elinde asasıyla gözleri etraftaydı.

"Bir şey olmayacak." dedim. "İçerisi diğer her yerden daha güvenlidir şu an."

James bana hak verircesine kafasını hafifçe yana eğdiği an kapı açıldı ve kızıl bir kafa gözüktü. Gideon Prewett'ti. Ya da Fabian. Tam emin değildim.

Zümrüdüanka Yoldaşlığı'nın kapısındaydık şu anda ve James artık sahalara geri dönmek istediğini söylediğinden onun peşine takılmıştım.

Üç aydır saklanıyorduk Lily'nin evinde. Kızın evinin üzerine biraz konmuş gibi olsak da Lily varlığımızdan memnundu. Evde tek başına sıkılıyordu.

İlk başta ortalığı dinlemiş, bir sorun olup olmadığını çözmeye çalışmıştık. Ölüm Yiyen cephesinden şimdilik bir ses yoktu. Babamdan da elbette. İngiltere'ye döndüğümü sahiden bilmiyorlardı.

Başta konuştuğumuz gibi büyü yapmıyordum. En basit işlerimi bile asamla yapmaya alışık olduğum için ilk başlarda muggle usulü ilerlemekte zorlansam da nihayetinde ellerimi kullanmaya alışmıştım.

Dışarı çok nadir çıkıyor, çıktığımda ise Lily'nin kendi elleriyle yaptığı Çok Özlü İksir'i içerek Lily kılığında çıkıyordum. Neticede St.Mungo'ya gidip bebeğin kontrollerini aksatmamalıydım.

Bu konuda Lily'ye çok şey borçluydum. Onun adı altında yapıyordum her şeyi. Şifacı kontrollerine onun adında gidiyor, dışarı çıkarken onun vücuduna bürünüyordum. Bana bu tutsaklıkta küçük bir özgürlük vermişti ve ona minnettardım.

Üstelik üzerine aldığı tehlikenin ne denli büyük olduğunu düşündükçe daha da minnettar oluyordum.

"James?" diye sordu Gideon veya Fabian, hangisiyse artık.

"Benim, soruyu sor."

Prewett başını sallayıp "Annenin sağlığı nasıl?" diye sordu.

"Annem 1979 yılında Ejderha Çiçeği hastalığından öldü." James'in sesi düz çıkmıştı. Ailesini hala özlüyordu muhtemelen ama göstermiyordu.

O ailesini kaybetmişti, ben de Regulus'u. İkimiz de aile üyelerimizden kişileri kaybedip özlediğimiz için bir yanımız buruktu ama savaş böyle bir şeydi. Kayıplar oluyordu ve canımız ne denli acırsa acısın yola devam etmek zorundaydık.

"Gel." James içeri girerken peşinden ilerledim. Yolu bilen kocam adımlarını Yoldaşlık üyelerinin toplandığı salona çevirmişti, ben de bir kuyruk gibi arkasındaydım elbette.

Salonun önünde durdurdu beni içeri girmeden. "Pelerini çıkar." dedi. Dediğini yapıp pelerini üzerimden sıyırdım ve ona uzattım. Cebine gelişigüzel tıktıktan sonra elimi tuttu. "Şimdi içeride kimse seni görmeyi beklemiyor, bu yüzden şaşıracaklar. Hazırlıklı ol."

"Sorun olmayacak sevgilim." dedim gülümseyerek. "Siz oradasınız."

James gülümseyip boştaki elini çıkık karnıma koyup okşadı. Beş aylık hamileliğim gayet güzel gidiyordu. İlk aylardaki tüm o belirtiler silinmişti, sanki hiç hamile değilmişim gibiydi. Tek farkla, karnım büyüyordu.

Cinsiyetinin erkek olduğunu öğrendiğimiz bebek içimde büyüdükçe James de ben de heyecanlanıyor, heyecanlandıkça da korkuyorduk. Savaşın ortasında, ikimiz de henüz yirmi yaşımızdayken bir çocuk dünyaya getirecektik.

𝐊𝐔𝐂𝐔𝐊 𝐁𝐄𝐘𝐀𝐙 𝐘𝐀𝐋𝐀𝐍𝐋𝐀𝐑 「Jᴀᴍᴇꜱ ᴘᴏᴛᴛᴇʀ 」Where stories live. Discover now