İki/Özlem

295 21 14
                                    

Balkonun korkuluklarına dirseklerimi yaslamış dışarıyı izliyordum. Mahalleye, gelene geçene boş bakışlar atarken her şeyi inceleme dürtümü bastıramıyordum. Her şeyin yerli yerinde olduğunu görmek beni rahatlatmıştı. Gelirken öyle abartmıştım ki bazı şeyleri, sanki koskoca şehri alt üst edip yeniden inşa etmişlerdi ve hiçbir şey bıraktığım gibi kalmamış. Oysa neredeyse her şey bıraktığım gibiydi. Hayatım hariç tabii. Öyle dağılmıştı ki artık bıraktığım yerden başlamam imkansızdı.

"Oğlum,"

Babamın sesiyle irkilirken parmaklarımın arasındaki sigara düşmek üzereydi. Balkonun kapısından beliren bedenine 'ne oldu' dercesine baktım.

"Nehir'i aradım, buraya geliyor."

Babamı başımla usulca onaylayınca yüzündeki memnun ifadeyle geri içeriye gitmişti. Nehir benim çocukluk arkadaşımdı, aynı mahallede oturuyorduk ve ailelerimiz de çok yakındı. Bu yüzden hiçbir zaman birbirimizden kopamamış, herkesi imrendirecek bir arkadaşlığımız olmuştu. Yokluğumda onu ihmal ettiğimi biliyordum, doğrusu çokta umrumda değildi. Hayatımdaki yeri onu yok sayamayacağım kadar büyük olsa da artık işler değişmişti. Bazen tecrübe sizi hayal bile edemeyeceğiniz bir noktaya getiriyordu. Herkesle aramda olan görünmez iplerimi kesmiştim, kimseyle bir bağım kalmamıştı. Bu bana inanılmaz bir rahatlık vermişti. Geçmiş benim için kara kutuydu, açmak ve hatırlamak bile istemeyeceğim kadar kara bir kutu.

Sigaramdan son bir nefes çekerken kül tablası olmadığı için getirdiğim çay bardağı altlığına sigaramı söndürdüm. Altımda siyah eşofman, üzerimde ise günlük düz bir tişörtüm vardı. Değiştirmeye üşendiğim için cebimdeki telefonuma gitti elim. Ekranda beliren ilk şey birikmiş cevapsız aramalardı. Birazı annemden, diğerleri de ismini bile görmek istemeyeceğim kişilerdendi. En sonuncusu 7 dakika önceydi. Ben ekrana boş bakışlar atarken avucumun içindeki telefonum yeniden çaldığında bunun bir sonunun gelmeyeceğini biliyordum. Bu yüzden telefonumun içinden sim kartımı çıkarıp parmaklarımın arasına aldım. Küçük kartı parmaklarımın arasında kolayca kırarken hiç düşünmemiştim. Kırdığım kartı eşofmanımın cebine atarken artık kimsenin bana ulaşamayacağı hissi şimdiden beni iyi hissettirmişti.

"Barış!"

Bugün bu balkonda ikinci kez irkilirken küfür ettim. Az önce babamın belirdiği yerde şimdi de Nehir'in bedenini gördüğümde dudaklarıma bir tebessüm yerleşti. Nehir hızla üzerime gelip kollarıma atladığında gülümseyip bende ona kollarımı sardım.

"Öldüreceğim seni!"

Sesi biraz öfkeli ama çokça özlem dolu çıktığı için bu dediğine takılmadım. Bana kızgın olduğunu biliyordum ama anlaşılan sevgisi daha ağır basmıştı.

Kollarımızı ayırdığında tanıdık ela gözleriyle içimi ısıtacak kadar sıcak bakıyordu.

"Hoş geldin." diye mırıldandım sakince.

"Asıl sen hoş geldin." diye cevapladı beni gözlerindeki parıltıyla. Mutluluğu gözlerinden okunuyordu. Alıştığım dalgalı uzun siyah saçlarını omuzlarına kadar kestirmişti. Bu ona daha tatlı bir hava katarken yüzünün güzelliği belirginleşmişti. Nehir'i incelerken onu ne kadar özlediğimi daha iyi anlamıştım.

"Çok özlemişim seni."

Aynı benim yaptığım gibi o da beni incelerken onu özlediğimi söylememle gözleri beni bulmuştu. Dudaklarına yüzüne çok yakışan sıcak gülümsemesini yerleştirirken elini saçlarıma daldırdı.

"Bende özledim ama sen benim beş yüz yıllık arkadaşıma ne yaptın ya? Bir ara ortaya çıkarsa söyle de onunla da özlem gidereyim."

Dağıttığı saçlarımı üstünkörü düzeltirken genişçe gülümsedim.

"Hadi odama geçelim."

Beni başıyla onaylayıp önden odama doğru yürüdüğünde bende peşinden geliyordum. Odaya girdiğimizde dün gece benimde yaptığım gibi kısaca incelemişti odayı, bana ait olan her şeyde gözlerini gezdirmişti.

"Şu odaya da el atalım, 18 yaşında kalan Barış'ın elinden kurtaralım onu."

Uzun zamandır dinlemediğim grupların posterleri bile asılıydı duvarlarda. O zamanlar eşyalara fazla anlam yüklediğim için odanın içi kalabalıktı. Hayatıma giren herkesten bir parça vardı odada. Tüm bu anılarla ne yapacağımı bilmiyordum.

Ben posterlere bakarken Nehir'in beni dikkatlice incelediğinden habersizdim.

"İyi ki geldin."

Nehir'in cümlesiyle başım ona doğru dönerken gülümsemeye çalıştım. Tüm sular durulduğunda bende böyle demek istiyordum, iyi ki geldim.

"İki ay sonra görürüm ben seni, başlarsın her şeyimi babama şikayet etmeye yine."

Bu dediğime karşılık içten bir kahkaha atmıştı. İkimizin de zihinine aynı anılar dolmuştu.

"Küçükken öyle yapıyordum değil mi?"

Başımla onu onayladım. Küçükken eğer onu çok öfkelendirirsem gidip babama şikayet ederdi. Babamda her zaman Nehir'i savunur bana kızardı. Babamın her zaman Nehir'i savunmasına o zamanlar çok sinirlensem de sonradan anlamıştım. Çünkü Nehir'le kavgalarımızın sebebi genellikle ben olurdum. O zamanlar bile öfkemle baş edemezdim. Ben baş edemezdim ama babam hep bir yolunu bulur beni zehirli öfkemden kurtarırdı. Ona çok şey borçluydum.

"Sonra gelip özür dileyen de hep ben olurdum ama."

Nehir havalanarak konuştuğunda ona göz devirdim. Çalışma masamın sandalyesine oturduğumda o da masaya çıkıp oturmuştu. Böylelikle hala birbirimize oldukça yakındık.

"Sırf babamlara karşı daha haklı gözükmek için yapıyordun." dedim gülerek. Nehir gerçekten zeki ve kurnaz biriydi. Benim inatçılığıma karşı onun kurnazlığı hep galip gelirdi. Bana karşı kazanamayacağı hiçbir savaş yoktu.

"Aşk olsun." dedi yalancı bir üzüntüyle. Bu haline genişçe gülümserken düşüncelerin etrafımı sıkıca sardığını hissediyordum. Zihnim dolu doluydu ama şu an tek düşünmek istediğim şey en iyi arkadaşımın yanımda olmasının ne kadar iyi hissettirdiğiydi. İki yıl boyunca hayatımda iyi olan sayılı şeylerden bile mahrum kalmıştım. Buradan uzaktayken kocaman bir boşluğun içine düşmüştüm ve o boşlukla sadece iki sene savaşabilmiştim.

"İki gün sonra okullar açılıyor."

Bakışlarımı anlık tavandan ayırıp Nehir'e kısa bir bakış attım. "Biliyorum." dedim huzursuz olduğumu belli eden ses tonumla.

"Aynı lisedeki gibi birlikte gideceğiz okula." dedi heyecanlı sesiyle. Dudaklarım kıvrılırken "Lisedeyken benimle aynı okulda olmaktan memnun değildin." dedim. Aynı okul, hatta aynı sıralarda geçirmiştik üç senemizi. Ortaokulun da liseden bir farkı yoktu. Nehir'le aramızdaki ilişki hiçbir zaman kusursuz değildi, çok kavga ettiğimizi hatırlıyorum ama birbirimize olan sevgimiz kusursuzdu.

"Çünkü senin gözün Onur'dan başkasını görmüyordu. Onunla tanışınca resmen beni satmıştın."

Nehir ağzından çıkan kelimeleri sonradan fark etmiş ardından yüzünü buruşturmuştu.

"Pardon, dilimin ayarı yok her zamanki gibi." Kendine kızarcasına söylenirken omuz silktim. "Sorun değil." Buraya gelirken her şeyi göze almıştım zaten. Daha yanımda konuşulmasını kaldıramayacaksam onunla karşılaşmayı hayal bile edemiyordum. Kendimi tüm bunlara hazırlamıştım.

"O da bizim fakültede biliyorsun değil mi?" diye sordu çekinerek. Bu konuları çok fazla konuşmamıştık. Çekinmesini anlıyordum çünkü ben hiçbir şey olmamış gibi davranıyordum. Konuyu açtığında nasıl bir tepki vereceğim hakkında hiçbir güven vermediğimin farkındaydım.

"Biliyorum." diye mırıldandım sakince. Sakin davranıyordum ama sakin karşılanmayacağımı biliyordum. Kimse ben geldim diye yollarıma gül dökmeyecekti. Şimdiden beni gördüğünde gözlerinde oluşacak nefreti hayal edebiliyordum.




***

Hayatınızda yeterince toksiklik yoksa Barış'la tanışın derim

Aşk ÖlüyorWhere stories live. Discover now