Beş/davetsiz

183 20 15
                                    

Dolapları karıştırırken kendime yiyecek bir şeyler arıyordum. Benim aksime Nehir rahatça mutfakta oturmuş telefonundan boş boş videolara bakıyordu.

"Sende açsın sanıyordum." Onun evinde onların dolaplarını kurcalarken yiyecek bir şeyler aramam umrunda değildi sanırım.

"Açım yavrum, tamam geliyorum."

Okuldan sonra Nehir'in evine gelmiştik. Ailesi sık sık iş seyahatine çıkardı. Nehir'de tek başına kalmaya korktuğu için her seferinde bir arkadaşını eve çağırırdı. Annesi Nehir'in korktuğunu bile bile her seferinde babasıyla birlikte gidecek kadar keyfine düşkündü. İki günlük eğlenceden geri kalmak istememesini anlamıyordum. Bazı insanlar hiç değişmiyordu.

"Makarna yapayım diye düşündüm. En hızlı o olur."

Başıyla beni onaylarken kaynayan suyun içine makarnadan döktü. Geri kalanları da ben hallettiğimde dolapta krema var mı diye kontrol ettim. Makarnayı olduğu haliyle yiyemiyordum. Mutlaka bir sos olmalı, ya da bol salçalı yapmalıydım. Aradığım malzemeleri bulduğumda rahatlayarak dolaptan alıp tezgahın üzerine koydum. Nehir çoktan eski yerine oturmuş parmağını kaydırarak art arda videolar izlemeye devam ediyordu. Tam bir bağımlıydı. Ben de yanına gidip oturduğumda cebimde ağırlık yapan sigara paketimi çıkartıp masaya koydum ve içinden bir dal çıkardım.

"Onu burada içmeyi düşünmüyorsun herhalde?" diye sordu tek kaşı havadayken. Nehir bakışlarıyla bana baskı kurmaya çalışırken onunla uğraşamayacağımı bildiğimden boşverdim.

"Nasıl zenginsiniz amına koyayım? Mutfağınızda balkon yok." diye söylendim tek dal sigarayı kulağımın arkasına sıkıştırırken. Bu bulduğum ilk fırsatta bu sigarayı yakacağım demekti. Yerimden makarnanın kremasını hazırlamak için doğruldum.

"Söylenme hayatım, içmeyiver ölmezsin."

Görmese de ona göz devirdim. Makarnanın yeterince haşlandığına emin olduktan sonra sosunu da kısa bir süre içinde hazırlayıp tabaklara döktüm. Nehir'de bize içecek çıkartmıştı. Küçük kahvaltı masasına otururken Nehir'in telefonu masanın üzerinde ekranı hâlâ açık bir şekilde videolar oynuyordu. Telefonu elime alıp göz attım.

"Bu videoların bağımlısısın biliyorsun değil mi?"

Bana kısaca gülüp yanıma otururken sıcak olduğu için üzerinde duman tüten makarnadan bir çatal aldı.

"Bak izle sende, resmen bağımlılık yapıyor benim bir suçum yok." dedi masummuş gibi. Kendini aklamaya çalışmasına gülüp elimde tuttuğum telefonuyla bahsettiği videolara göz attım. O da sıcak olmasına aldırmadan makarnayı midesine indiriyordu.

"Sen yemek yapmayı bilir miydin?"

"Alt tarafı makarna, bunu herkes yapar." diye mırıldandım. Kabul önceden mutfağı sadece bir şeyler yemek için kullanırdım. Artık eski küçük çocuk yoktu, büyümüştüm ve kendi başımın çaresine bakmayı öğrenmiştim.

Saçma videoları izlerken aynı zamanda tabağımdaki makarnadan da alıyordum. Nehir'de yanıma yanaşmış benimle birlikte izliyordu. Çoğuna yorum yapıp dalga geçse de oldukça eğleniyor gözüküyordu. Bir süre sonra bende ona ayak uydururken buldum kendimi. Bu saçma şeyler gerçekten de bağımlılık yapıyordu.

Dakikalar sonra bakışlarımızı ekrandan ayırmamıza sebep olan kapı ziliyle Nehir'le birbirimize baktık.

"Kargo herhalde. Bugün gelecekti, ben bakayım."

Usulca başımı sallayıp bende onunla birlikte kalktım masadan. Mutfakta yalnız kalırken boş tabaklarımızı tezgaha kaldırıp ardından musluğu açıp hızlıca ellerimi yıkadım. Kulağımın arkasına sıkıştırdığım tek dal sigaramı çıkarıp dudaklarımın arasına yerleştirip hızlıca ateşlerken aynı zamanda pencereyi açıyordum. Pencereyi açtığımda pencerenin pervazına yaslanıp zehirli dumandan içime çektim. Nehir gelmeden iki dakikada içerdim. Kokuyu aldığında kızacağını bilsem de hızlıca içmeye devam ettim. Bağımlı olmak berbat bir şeydi. Her boşlukta kendimi sigara içerken buluyordum.

Duyduğum yabancı seslerle kaşlarım çatılırken sesleri algılamaya çalıştım. Bu kargocu olamazdı herhalde, çünkü birden fazla kişi olduğunu duyabiliyordum. Merakıma yenik düşerken parmaklarımın arasında hâlâ yanmaya devam eden sigaramı umursamayıp koridora çıktım. Gördüğüm bedenlerle afallarken nefesim boğazıma dizilmişti. Gözlerinin içine baktığım kahverengilerde de aynı afallamayı görmek sertçe yutkunmama sebep olmuştu. Onur'un yüz hatları beni gördüğünde gerilirken varlığımdan ne kadar rahatsız olduğunu açıkça görebiliyordum. Az önce gülüşmelerini duyduğum arkadaş grubu da şimdi beni görmeleriyle sus pus olmuştu. Bakışlarım kısaca Melih'i ardından da Mert'i buldu yavaşça. Mert'in gözleri dikkatle üzerimdeydi, tehlikeli bir ifadeyle üzerimde baskı kurmaya çalışıyordu. Buradan gitmem gerektiğinin bende farkındaydım. Ona sadece hissizce bakmakla yetindim. Çünkü gerçek anlamda ne hissetmem gerektiğini bilmiyordum. Her şeyin anlamını yitirmiştim, geriye sadece koca bir karmaşa kalmıştı.

"Barış sana içme demiştim ama ya."

Nehir'e kaçamak bir bakış atıp ardından parmaklarımın arasındaki sigaraya baktım. Şu an düşünebildiğim tek şey kahverengi gözlerin sahibiydi. Hep merak etmiştim onu, ne yaptığını, nasıl göründüğünü hayal edip durmuştum ama hiçbir hayalimde bile bu kadar yakışıklı değildi. Artık imkansız olduğunu bildiğim için mi bu kadar güzel geliyordu gözüme? Peki ya tek bir bakışı hâlâ nasıl içimi titretebilirdi? Düşüncelerin içinden çıkamayacağımı anladığımda buna bir son verip arkamı döndüm ve yeniden mutfağa geçtim. Az önce tezgaha koyduğum tabağın üzerinde sigaramı söndürmeden önce rahat rahat içemediğim sigarama üzgünce baktım. Ardından masanın üzerinde duran telefonumu da alıp mutfağı terk ettim. Koridora yeniden çıktığımda kapının girişinde sadece Nehir ve Melih kalmıştı. Beni görmek istemeyen diğer ikili direkt salona geçmiş olmalıydı.

"Gidiyorum ben." diye açıklama yaptım kısaca. Burada artık duramayacağımı biliyordum, ben bana denilene hep uymuştum. Gitmem isteniyorsa giderdim.

Askılıktan ceketimi alıp giyerken ikisiyle de göz teması kurmuyordum.

"Gitmek zorunda mısın?" diye sorduğunda Nehir'in bakışlarından kalmamı ne kadar çok istediğini görebiliyordum.

"Soruyor musun gerçekten?" diye yanıtladım ciddiyetle. Benim burada yerim yoktu, bu çok netti.

"Geleceklerini bilmiyordum. Yanlış anlamadın beni değil mi?" diye sordu Nehir bu sefer yenilgiyle. Arada kaldığı için omuzları yorgunlukla düşmüştü.

"Sorun değil Nehir." deyip hemen yanımda duran bedenine yaklaşıp şakaklarına kısa bir öpücük kondurdum. Üzgün bakan gözlerine dayanamamıştım. Ona gülümseyip tebessüm ettiğimde üzgün ifadesi az da olsa dağılmıştı.

"Döndüğünü bilmiyordum. Hoş geldin."

Ayakkabımı giyerken bana doğru konuşan Melih'e üstten kısa bir bakış atıp duymazdan geldim. Ne kadar sözlerinde art niyet olmayıp samimi olsa da benim içimden ona samimi olmak gelmediği için onu umursamadım.

Nehir'e 'görüşürüz' diye mırıldanıp merdivenlerden aşağı indim ve kendimi apartmandan dışarıya attım. Kendimi yeniden bir yere ait hissetmek adına geldiğim bu şehire bile ait hissedemiyordum artık. Her şeye ve herkese bu kadar yabancılaşmak korkunç bir histi. Eskiden ait olduğum her şey şimdi koca bir hiçliğe dönüşmüştü. Ne Mert'in en yakın arkadaşı, ne de Onur'un sevgilisiydim. Şimdi onlarda çağrıştırdığım tek duygu nefretti. Ve bu nefret beni git gide karanlığa boğuyordu.




***

Var mı varsayımlarınız? Neler düşünüyorsunuz?

Aşk ÖlüyorWhere stories live. Discover now