𝐗𝐗𝐕𝐈

15 4 0
                                    



𒊹𒊹︎𒊹𒊹𒊹︎

ʙᴏʟᴜᴍ ʙᴀsʟᴀɴɢɪᴄɪ

𒊹𒊹𒊹𒊹𒊹︎


XXVI



Beyazın griye dönüşü kadar olağan olayların olabileceği bir döngü içerisinde imkansızlıktan söz edemem. Kırık bir kalp, korunaklı yaralı kanatlar ve dünya. Dünya, evet. Kulağa çok evrensel ve büyük geliyor ama aslında basit gibi. Doğuştan ölüme dek süreğelen olaylar


bittiğinde sadece ortaya ikinci hayat açılıyor ve son...evet. Bir son var.



İnanılması güç belki de.



Yasağa girerek dünyaya gittiğim için cezalıyım. Louis, Belle ve tanıdığım neredeyse herkes şimdi yanımda olamıyorlar. Dünyada bir hayat var, ne kadar kısa olacağını kendimi söyleyerek telkin versemde şu masada fazla yalnızdım. Ev ve yaşam bomboş geliyordu. Okunmuş kitabı köşeye fırlatmış esen rüzgarın soğukluğuna kapılarak sallanan ağaç dallarını seyrediyordum.



Tara ve Nathaniel bugün diğer profesörler gibi okuldaydı. Öğrencilere, acemi çaylaklara verilen dinlenme zamanı beni bulmuştu. En azından Louis ya da Belle yanımda olabilse konuşacak, göğsüne başımı koyup uyuyabileceğim bir an yaratabilirdim. Dudağımı büzerek çevreme baktım ve kendimi yine okunmuş kitaba bakarken buldum.



Ayağa kalktım ağırca. Gözlerim eve girerken ellerime değdi. Yaraları gördükçe aklıma Olivia geliyordu sebepsizce. Onun yanına gitmek isteyebilirim, buna iznim olsaydı tabii. Babam yasakları çiğneyemiyor Tarayla bir yasak çiğnedikleri için. Büük Şeytan Edward ise bana karşı çıktığında sadece sustum. Louis olsa izin verirdi.



Kütüphaneye girdim. Evde babamın kocaman bir kütüphanesi vardı. Yasaklı şeyleri okuyup aklımı bulandırmamam için o olmadığında girmemiştim ama şimdi kimse beni tutmuyordu. Özlem açlığımı bilgi alarak yenileyebilirdim.



Raflardaki kitapların tozları alınıyordu. Köle kadın iki gündür bekçi olarak gelemediği için biraz tozlanmıştı. Ağır bilgi içeren kitaplar beni fazlasıyla cezbediyordu. Ne de olsa bir melez olarak, velhasıl İstenmeyendim. Kitaplar arasında kayboldum.



Üçüncü aralıktan girip masaya gittiğimde dökülen yaralar yüzümü buruşturmamı sağladı. Ellerimi birbirine bastırıp göğsümle eş tuttuğumda gözlerimi kapatarak sözleri hatırladığımda mırıldandım. Ellerim çevresinde mavi toz bulutuyla yanan ellerimde kalkan kabuklar yenileniyordu. Tenimdeki soğuk hissiyle tekrar ettiğim sözü üçüncüde bıraktım. İyileşmişti. Bunun olması bile karamsar yapıyordu beni.



Elimi kitaplara sürttüm. Birine değdiğimde tenimin soğukluğunu sıcağa çeviren bir kitabın ateşinde ilgim oraya kaydı ağırca. Başımı çevirdim. Kitabı alıp masaya koydum. Kapağını açıp diğer sayfasına gelmeden sayfalar kendiliğinden açılmaya başladı. Bir adım geriledim. Tedirginlik hissi içerisinde sayfanın hangisinde duracağını gözledim ve siyah bir sayfaya açıldı.



Yaklaştım. Yakıcı bir hisle elimi sandalyeye koyduğumda siyah sayfada büyük harflerle bir yazı yazıyordu. Dudaklarımı aralarken dışımdan mırıldandım. "Avorsat arlen."



Parmağım sayfanın alt sol ucuna değerken bir sesin,"Elena sen misin?"diye sorduğunu duydum sanki.



"Louis..." Tanrım, bu nedir?



"Beni duyuyorsan ses ver. Kitabı sen mi açtın?"



"Evet." Dudağımı kemirdim. Şimdi özlemi daha net yaşıyordum. "Louis neredesin? Kısa süreceğini söylemiştin."

MENFURWhere stories live. Discover now