Bedenini öne doğru büktü ve koyu kahvelerini kısarak dudaklarını büyük bir yavaşlıkla alnıma dokundurdu. Tam da o anda midemin aniden kasıldığını hissettim. "Eğer benden istediğin gerçekten buysa, abin olurum." Sarfettiği sözler ile kulaklarımda bir...
Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.
(Yayımlanma Tarihi; 03.05.2023) •••
Etkilendiğimiz, hoşlandığımız ya da ona karşı yoğun ve tarifsiz hisler beslediğiniz bir adam ile olan her yakın temasımız, onun bize dokunması, öpmesi elektrik yüklü bir kabloyu ıslak elle sımsıkı kavramaktan başka bir şey değilmiş meğerse. Ölümcül derecede tehlikeli ve hiçbir şey ile kıyaslanamayacak kadar akıl uçurtucu...
Gözlerinin güzelliği ve bakışlarının yoğunlu ile mideme sıkı bir tekme yemiş gibi hissettiğim bilmem kaçıncı saniyelerimi yaşıyordum. Gözleri az önce de çok güzellerdi ama gerçekten bu kadar yoğun ve parlak mıydılar? Bilmiyordum. Gözlerimi kırpıştırarak hâlâ ensesindeki saç tutamlarının arasında duran parmaklarımı ağır hareketlerle kendime çekmek zorunda kaldım. Yutkunarak aralanan dudaklarını izlerken öyle heyecanlıydım ki göğüsümü döven hızlı kalp atışlarımın artık kalbimde değil de boğazımda attığına emindim. Sıcakladım. Hatta o kadar sıcakladım ki ensemdeki temasını sürdüren alev gibi parmaklarının bile bir an soğuk geldiğini hissettim. Ateş olmuştum. Ya da ateş olan oydu. Beni yakan da...
Burnundan aldığı nefesle birlikte, "Elbisen," diyerek aramızdaki kısa süren sessizliği bozarken, gözlerini nikahımızdan sonra ilk kez giydiğim ancak onun ilk defa incelemeye aldığı hediyesine düşürdü. O gün rahatsız hissetmemem için bakışlarını bir an olsun bedenime düşürmediğini bilsem de şimdi, bir nefes kadar yakınımdayken bakışlarını acelesiz bir şekilde elbiseme düşürmüştü. "Çok yakışmış."
Ağzımın içinde bir dilim olduğunu hatırladım ve bulmak için bir süre aramak durumunda kaldım. Yutmamıştım değil mi? Konuşabilirdim. Dilimi dudaklarımın üzerinde gezdirdim ve kendimi, ağzımın içindeki dilimi yutmadığıma ikna etmek için bir süre sessizliğimi korudum. "Teşekkür ederim." Ensemdeki parmakları çıldırtıcı bir yavaşlıkla hareketlendi ve boynuma doğru sürtünerek bir ateş hattı oluşturdu. En yakın musluğun yerini sormamak için dudaklarımı sıkı sıkıya birbirine bastırdım.
"Gözlerime bakmayacak mısın?" Bakabilir miydim ki? Deli gibi utanmamın yanı sıra dudaklarının teması ve üzerimdeki koyu kahvelerinin ilgili bakışları yüzünden bir o kadar da heyecanlı hissediyordum. Gözlerimi kırpıştırdım ve başımı kaldırırken kedi yavrusu gibi çıkan, içime kaçmış sesimle, "Bakayım mı?" diye sordum. Aklım hâlâ birkaç dakika önce temas eden dudaklarımızdayken yüzüne nasıl bakacağımı bilmiyordum ki. Bunları hissettiğim için hem çok utanıyordum, hem de çok şaşırıyordum ama hastalığıma rağmen onunla olan, onun bana yaşattığı her bir duygu çok güzeldi. Onun bana yaklaştığı, bana sarıldığı, beni izlediği, beni... öptüğü her an benim için çok ama çok özeldi.
Ayaklarım yerden kesilmiş gibi hissediyordum ama aklımı karıştıran, zihnimi kurcalayan ve beni endişeye boğan bir şey vardı. Beni hep yaralı bir halde öpüyordu. Geçen seferkini unuttuğunu sanmıyordum ama ilk seferini unutmuştu. Bunu da unutmazdı değil mi? Bu... çok iç gıdıklayıcıydı. Yumuşaktı. Değişikti, en uzun ve en fazla temasa sahip yakınlaşmamızdı. Lütfen, lütfen bunu da ilk seferimiz gibi unutmasındı.