BELA ÜSTÜNE BELA

3.2K 254 23
                                    

Çevreme baktığımda yine rüyada olduğumun farkındaydım. Bir binanın duvarına yaslanıp sessizce ileriyi gözleyen genç kıza baktım. On dört, on beş yaşlarında olmalıydı. Bir önceki rüyamda gördüğüm haliyle aynı yaşlardaydı.

Baktığı yere baktığımda konuşan iki adam vardı. Onları gizlice dinliyordu.

"Kış çökmeden harekete geçmeni istiyorlar."

Diğer adam cevap verdi. "Geçeceğim uygun zamanı bekliyorum yoksa açık veririm ve kendi ellerimle infazıma giderim."

O anda ileriden bir ses geldi ve adamlar sesle irkilince genç kız hemen geri çekilip duvara dayandı.

Oldukları yere gelen çocuklar vardı ve adamlar hemen birbirinden uzaklaştılar. Genç kız her şey normalmiş, yeni geliyormuş gibi binanın yanından geçip yeşil bahçede ilerledi.

Çocuklar az önceki adamın karşısında durmuş ellerindeki tahta kılıçlarla bekliyorlardı. Adam genç kızı görünce gülümsedi. "Naire, neden buradasın?"

Bu isimle ürperdim ama kız gayet sakindi. "Ufaklıklarla dövüşmeyi özledim. Malum kendi sınıfımda kimse beni yenemiyor ama bu ufaklıklar çok güçlü her defasında mağlup oluyorum."

Ufaklıklar kıkırdamaya başladı. Naire'nin yaşı küçüktü ama hareketleri, konuşması büyük birine aitti. Fazlasıyla olgundu.

"Biraz önce giden kimdi? Burada ilk defa gördüm."

Adam kısa bir an duraksadı sonrasında rahatça cevap verdi. "Beriya krallığındaki kuzenim, ticaret için gelmiş gitmeden ziyaret etmek istemiş."

"Aile güzeldir." diyen genç kız rahat tavrını bozmadı. Ufaklıklara dönüp "İyice öğrenin sonra gelin savaşalım." diyerek hepsine el salladı ve arkasını dönüp gitti.

O gittiğinde öncekiler gibi nefes alamamaya başladım ve boğulurken her yer yeşile boyandı.

Gözlerimi açtığımda at arabası sarsılarak ilerliyordu. Gözlerimi kapayıp kendime gelmek için bir süre bekledim. İçimden 'Kimsin sen Naire?' dedim. 'Hayatını rüyalarımda izlememe ne sebep oluyor?'

Aklımda zamanında izlediğim filmler dönüp duruyordu. Geçmiş zamandaydım Naire bana benziyordu acaba benim atalarımdan biri miydi? Belli ki pek de güvenli işlerle uğraşmıyordu. Yardıma ihtiyacı vardı da o yüzden buraya mı gelmiştim? Neler olduğunu bir anlayabilseydim ona göre hareket edecektim ama şu an içinde olduğun durum anlasamda buna izin vermeyecekti.

Gözlerimi açtığımda güneş ışıkları hafiflemişti. Günlerin yorgunluğuyla uzun süre uyumuştum. Arabanın etrafına çevrili bezdeki yırtıklardan dışarısı görülüyordu. Bir sürü ev vardı. Geçtiğimiz yerlere göre daha bakımlıydılar.

Bir süre sonra durduk. Adamlardan kilolu olan "Siz bekleyin, ben konuşup geleceğim." diyerek gitti.

Olduğum yerde hâlâ bileğimdeki iplerle uğraşıyordum ama hiç ilerleme kaydedememiştim.

Bir süre sonra giden kilolu adam geri geldi. "Üç kese altına anlaştım." Arabanın arkasında elleri bana uzandı ve kolayça kendine çekip yine un çuvalıymışım gibi sırtına attı. Diğerlerinin yüzünde sadece o pis gülüşleri vardı. Gelecek altınları düşünüyorlardı.

Ayaklarımla sırtını tekmelemeye çalıştım ama hiç aldırış etmedi. İlerideki büyük evin bahçesine girdik sonra da eve girdik. İçerideki tüm eşyalar ben zenginim diye bağırıyordu. En sonunda yine büyük bir salona girince yere savurarak bıraktı. "Artık senindir."

Hemen önümde geniş koltuğunda oturan adama baktım. Beni getirenden daha da kiloluydu. Koltuğu tamamen kapamıştı. "Gidebilirsin." diyerek üç kese altını beni getiren adama fırlattı. Ayak sesleri arkamda uzaklaşıp kapanan kapının sesiyle birlikte yok oldu.

Neredeydim? Bu adam kimdi?

"Buraya gelin." diye bağıran adamın sesiyle içeriye birileri girdi ama arkamda kaldıkları için göremiyordum. "Götürün, artık o da sizlerle." dediğinde bir kaç el bağlarımı çözmeye başladı. Bütün bağlardan kurtulduğumda kalkmam için yardım ettiler.

Ayağa kalkar kalkmaz yanımdakini itip kapıya koştum. Dış kapıyı bulmaya çalışıyordum. Gördüğüm büyük kapıya ilerlediğimde bir anda önümü iki kişi kapadı ve gelen darbeyle geriye doğru yere düştüm. Üzerime çevrilmiş iki kılıca baktım.

Arkadan gelen o iğrenç tok ses duyuldu. "Buradan kaçmayı aklından bile geçirme, başaramazsın. Sadece ölün bu kapıdan çıkar."

Olduğum yerde arkama dönüp sesin sahibine baktım. Kiloyla sarkan etlerinin arasında ayakta duruyordu. Çengele asılmış et parçası gibi bütün etleri kıyafetinden dışarı fışkırıyordu.

"Götürün."

İki genç kız gelip kollarımdan tuttu ve kaldırıp yürümem için zorladılar. Kollarımı kurtarmaya çalışırken sağ tarafımdaki "Yapma, bize de zarar verir." deyince çırpınmayı bıraktım.

Girdiğimiz yer bir hamama benziyordu. Kızlardan biri benimle içeri girdi. "Hadi seni temizleyelim."

"Burası neresi?" diye sordum.

"O adam Kumina, kumaş tüccarı ülkenin en zenginlerinden. Burasıda onun kendi sarayı."

"Ben buraya kendi isteğimle gelmedim." dediğimde yüzüme acıyla baktı.

"Hiçbirimiz gelmedik."

Bu cevapla sustum.

"Bak buradaki herkesin kendi hikayesi var ama karşı koymak sadece sana zarar verir. Uyum sağlarsan en azından rahat edersin."

Korkarak, "Neye uyum sağlarsam?" diye sordum.

"Buradaki yaşama ve en önemlisi efendi Kumina'ya. Kendisine öyle hitap edilmesini istiyor."

Aklımdan kaçmak için planlar geçerken. Kenardaki suyu gösterdi ve "Yıkanıp, temizlen sonra temiz kıyafetlerini giy. Merak etme bir süre sana yaklaşmaz en azından buraya alışana kadar zaman tanır. Bizlere yaptığı gibi."

İçeride yalnız bıraktığında üzerimdeki kir içinde kalmış, yer yer yırtılmış kıyafetleri çıkardım ve suyun yanına oturdum. Su ılıktı. Başımdan aşağı döktüm ve üzerimdeki kirleri alıp götürmesine izin verdim. Sakindim, soğukkanlıydım ve gözyaşı yoktu. Zaten aksine gerekte yoktu. Olduğum yeri tanımadan kaçacak yol bulamazdım. Bir süre uyum sağlamış gibi yapıp tam olarak burayı tanıyacak ve sonra kaçabileceğim bir açıklık bulacaktım.

İçeri giren genç kıza baktım. Beni böyle uslu görünce gülümsedi ve elindeki elbiseyi uzattı. Kenardaki havlu benzeri bezle kurulandım ve uzattığı elbiseyi alıp başımdan ve kollarımdan geçirip giydim.

Kaledekiler gibi kabarık değildi. Arkasındaki ipleri kendim kolayca bağladım. Sadece göğüs dekoltesi biraz fazlaydı. Gitmeden diğer kıyafetimin cebinden taşları alıp göğsüme sakladım.

Dışarı çıktığımızda etrafı göstermeye başladı. Yemek odası, Kumina denen adamın odası, kızların kaldığı odalar, askerlerin kaldığı odalar, mutfak derken en sonunda bir odaya girdik. "Burada kalacaksın." İçeride iki yatak vardı. "Bunda ben yatıyorum sen diğerinde yatarsın." diyerek soldaki yatağı gösterdi. "Yorgun olmalısın biraz dinlen akşam yemeği için uyandırırım."

Gittiğinde içeride yalnız kaldım. İlerideki pencereye gittim ve açarak dışarı baktım. Bir bahçe vardı ve etrafı yüksek duvarla çevriliydi. Kenarlarda nöbet tutan askerler vardı.

Aklımdaki dağınık düşüncelerle yatağa oturdum ve diğer kıyafetimden alıp göğsüme sakladığım iki taşı çıkarıp avucuma aldım. Güven veren bir enerjisi vardı ve şu an güvene çok ihtiyacım vardı.

Bela üstüne belaya bulaşıyordum. Prensten kaçmaya çalışırken şimdide bu adamın önüne yem gibi atılmıştım. Hiç bitmeyen bir rüyada hapsolmuş gibiydim.

Yatağa uzanıp ince örtüyü üzerime çektim. Günler sonra bu yumuşak yatak çok iyi gelmişti.  

NAİRE (TAMAMLANDI)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin