KRAL NEREDE?

2.5K 244 35
                                    

Gece dinlenmek için durduğumuzda askerler çoktan uykuya dalmışlardı. Prensle biz ise yanan ateşin etrafında oturuyorduk. Elimiz ateşe uzandı ve küçük bir ateş parçası parmaklarımıza sıçradı. Avucumuzdan yukarı kolumuza doğru tırmanan ateşin verdiği hissi duyumsuyordum. Onu yönlendirebilmek çok güzeldi. Tüm dünyanın gücü içimdeymiş gibi bir histi. Kendimi yenilmez hissediyordum. Sanki kimse bana zarar veremez, beni öldüremez türünde büyük duygular vardı. Naire'nin kendisine olan güvenini şimdi daha iyi anlıyordum. Bu kendini büyük görmek değildi gücünün ona hissettirdiği bir duyguydu. O hep bu güçle dolaştığı için aradaki ayrımı bilmesi imkansızdı.

Elimi hafifçe uzattığımda alev prensin omzuna sıçradı ve kalbine doğru ilerleyip orada kayboldu. Naire'nin yaptığı her şeyin duygusunu hissediyordum. O alev kalbin üzerinde kaybolduğunda prensin Naire'ye karşı olan duygusunu ve aynı zamanda öfkeyi kısa bir an için hissettim. Yanlış çıkarımda bulunmadıysam Naire bunu prensin kalbinden geçenleri anlamak için yapıyordu ama prensin bundan haberi olduğunu pek sanmıyordum. Bu kısacık anda ateş taşıyan kadının aynısını bana yaptığı aklıma geldi. O da benim kalbimden geçen duyguya mı bakmıştı?

''Öfkeni dindir.'' dediğimizde Prens gözlerini yanan ateşten ayırmadı.

''Dışarıya yansıtmadığımı düşünmüştüm.''

Uzanıp elini tuttuk. ''Duygularını saklamakta ustasın ama ben anlarım. Öfkelenecek bir durum yok. Anlaşmayı en güzel şekilde yaptın ve gururla ülkene dönüyorsun.''

''Naire, Kral seni oğluyla evlendirmek istedi. Bunu kabullenemiyorum. Seni bir başkasıyla düşünmek beni deliye döndürüyor.''

''Gözlerime bak.'' Genç adamın çenesini tutup kendimize çevirdik. ''Böyle bir şey olmayacak. Kral dahi gelip bu isteği onaylayacak olsaydı isyan çıkarır, hain durumuna düşer ama yine de kabul etmezdim. Kalbimi sana bir kez verdim. Bir başkasının onu almaya çalışmasına izin vermem. İsterse bütün ülkelerin kralları bir araya gelsin bunu başaramazlar. Sadece sen bana git dersen o zaman giderim.''

''Sana asla git demem. Bunu biliyorsun.''

''Biliyorum, bu yüzden ölene kadar benim gibi kendini beğenmiş birine katlanmak zorunda kalacaksın.'' gülümsedik. Prens başını başımıza dayadı.

''Sen de ölene kadar benim gibi duygusuz bir buz dağına katlanmak zorunda kalacaksın.''

''Sadece duygularını belli etmiyorsun.''

''Sen de pek kendini beğenmiş sayılmazsın.''

Gülümsedik. Alınlarımız birbirine değiyordu. Bu his çok güzeldi. Sevgi çok güzeldi. Bugüne kadar tatmadığım bir duyguydu bu ve severken sevilmek muhteşem bir şeydi.

''Aslında birazcık dik başlısın.'' Prensin sözleri mutlu etti ama aynı zamanda cevap vermekten alıkoymadı.

''Sen de buz kütlesi değilsin çünkü bir duvarsın. Buz en azından soğuk da olsa bir his veriyor ama sende hiçbir şey yok. Dümdüz bir duvar.''

Prens uzanıp saçımızdaki sarı tutamı çekti. ''Yine de o duvar seni seviyor.''

''Benim bu dik başımda sadece sana eğiliyor.''

Uzun bir süre böyle kaldık. Sonra gelen seslerle toparlandık. Uyuyan askerler kalkmış savaş pozisyonuna geçmişti. Prens ''Kralın öylece gitmemize izin vermeyeceği belliydi.'' dediğinde belindeki kılıç çoktan elindeki yerine kurulmuştu.

Biz de kılıcımızı çektik ve karanlıkta görüş alanını artırmak için küçük bir kaç hareketle etrafta birkaç ateş oluşturduk. Oldukları yerde yanıyordu ama etrafı yakmıyordu. Aydınlanan ortam ile çevremizin sarıldığını fark ettik.

''Arkamda kal!'' diyen prense itiraz ettik.

''Asıl sen arkamda kal. Senin görevin anlaşmayı yapmaktı, benim görevim seni korumak.'' Kılıcı kavradık ve çevremizdeki adamlara doğru koşmaya başladık. Kılıçlar havada birbirine çarptığında kıvılcımlar havaya savruldu.

İyi dövüşüyorduk. Güçlüydük. Naire benim aksime karşısındakini tereddüt etmeden öldürüyordu. Yapılması gereken neyse onu yapıyordu. Bunun için sadece kılıç kullanmıyordu. Acımadan alevlere teslim ediyordu.

Saldırganların hepsi öldüğünde nefes nefese durduk. Naire yani ben yani biz gülümseyerek prense baktık ve o anda sırtımızda keskin bir acı oluştu. Acıyla nefesimizin kesildiğini hissettik ve bedenimizi ayakta tutan korku dolu gözlerle bakan prens oldu.

Sırtımızdaki okun geldiği yöne doğru baktığımızda ay ışığında hareket eden bir karaltı gördük ve o anda içimizdeki öfkeyle o karaltı büyük bir ateş patlamasıyla son nefesini verdi.

''Naire?'' diyen prense bir kez daha gülümsedik.

''Ben ateşin çocuğuyum bir ok bana bir şey yapmaz.'' dedik ama sonrası kararan gözlerimiz ve gelen derin bir uyku oldu.

Uyandığımda nefes nefese kalmış ve terden sırılsıklam bir haldeydim. Daha sabah güneşi doğmamıştı ama sırtımdaki ağrı hala devam ediyordu. Yatakta doğrulduğumda meşalenin ışığında yataktaki kan parıldadı. Elim sırtıma gittiğinde parmaklarım taze kanla ıslandı.

''Hayır, hayır bu olamaz. Bu mümkün değil. Hayır.''

Sesim ne kadar yüksek çıktı bilmiyorum ama içeriye benimle ilgilenen genç kız girdi. ''İyi misiniz?''

''Kral, Kral nerede?'' sesim korku ve şaşkınlık doluydu.

''Odasında, uyuyor.''

Hızla odadan çıktım ve Kralın odasına doğru yürüdüm. Sırtımdaki acı gücümü alıyordu. Sanki o ok bana saplanmıştı. Odaya girdiğimde Kral sesle birlikte yataktan fırladı. ''Neler oluyor?'' Beni gördüğünde arkamdan gelen görevliye eliyle dışarı çıkması için işaret verdi. ''Ne oldu?''

Gücüm tükenmişti bedenim titriyordu. Elimi uzatıp kanı gösterdim. ''Sırtım, ok, yolculuk...'' Sözlerimin devamını getiremedim. 

NAİRE (TAMAMLANDI)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin