※3※ kaçırdığım günler ve tutamadığım sözler

575 154 159
                                    

Tünelden çıkana kadar birkaç kez ara vermek zorunda kaldılar. Bir kere ıslak montları yüzünden Erez'in sırtından kayan Eliz için, bir kez yalancı ateşi tekrar parlatabilmek için. Bir kez de Erez'in soluklanabilmesi için. Sonunda kendilerini dışarı attıklarında şafak yeni yeni söküyordu. Yağmur durmuştu ama yerini Eliz'in içini titreten sabah soğuğu almıştı.

Demek dedikodular doğruydu. Mahalleler sahiden de boştu. Şehrin kuzey ucundaki fabrikalarda çalışan taşeron işçiler ve ülkeye kaçak girmiş göçmenler olurdu burada çoğunlukla. Büyük ihtimalle ne yerleşim izinleri vardı ne de kimlikleri. Kimsesizlikleri, bilinmezlikleri Gökçelileri ve piyon gibi kullandıkları yeni hanı tedirgin etmiş olmalıydı. Çarpık çurpuk gecekondu mahallesinde hareket eden tek şey uzun kayın ağaçlarının fırtınayla savrulan dalları ve uykudan yeni uyanıp yemek derdine düşmüş, bir zamanlar evcil olan çeşit çeşit kulaklı, boynuzlu, kanatlı, çok kuyruklu, kayıt dışı çiftleşmelerle ortaya çıkarılmış tuhaf yaratıklardı. Tek katlı derme çatma evlerin camları kırılmış, kapılarına geniş kalaslar çakılmıştı. Hava akımlarıyla evlerin dışına çıkmış tüller rüzgarla uçuşuyordu. Mahalledeki yalnızlıkları Eliz'in ürpertti. Farkında bile olmadan Erez'in omuzlarına ve boynuna doladığı kollarını sıktı.

Mahallenin içlerine çok girmediler. Kırsala çıkıp seyrek kayın korusunun içinden geçtiler. Neyse ki arazi şehre kıyasla daha düz ve daha az kayalıktı.

Şehrin siluetini görene kadar Erez kızı sırtından indirmedi. Eliz de çok üstelemedi. Çantayı taşımayacak olsa bile yorgunluktan gözleri kapanıyordu. Tünelde iken birkaç kez içi geçtiği bile olmuştu.

Tekme yediği göğsü sızım sızım sızlıyordu. Adi herif. Bir soyunsa her yerinin şişip morarmış, paralanmış manzarasıyla karşılacaktı muhtemelen. Ama bu dertlerin en küçüğüydü. Soruları vardı. Hem de çok fazla soru. Ama kendini tuttu, enerjisini şehirdeki yürüyüşü için sakladı. Başı çene çalıp kafasında bir şeyler kuramayacak kadar zonkluyordu.

Azkana'nın kenar mahallelerine vardılar. Güneş gri gökte yükselmişti. Ama saat hala erken olmalıydı. Yasak kalkmıştı ama dar sokaklar boştu. Azkana'nın şehir merkezine açılan dik yokuşlara kurulu yerleşim yerinde, yokuşların kenarlarında, iki veya üç katlı kerpiç evlerin altındaki dükkanların bazısı açılmıştı. Bir ayakkabıcı, bir fırın, bir nalbur...

Eliz sonunda yere indi. Bacakları ve kolları uyuşmuştu. Buz kesmiş parmaklarına kan gitmesi için ellerini açıp kapadı. "Teşekkür ederim."

Erez, ağırlığıyla Eliz'in omuzlarını çökelten çantayı tutup Eliz'den aldı. Tek omzuna, sağlam olana astı çantayı. "Ne demek," diye mırıldandı. Sırtını gerip etrafına baktı. "Şimdi şehir merkezinin doğu yakasındayız, değil mi?"

"Öyleyiz." İkisi de hala kapüşonlarını çıkarmamıştı. Eliz buranın yerlilerinin en uzunundan bile daha uzun olan arkadaşına baktı başını kaldırıp. "Planın nedir?"

"Öncelikle şu ıslak şeylerden kurtulmak." dedi kollarını biraz önünde tutarak. Erez Eliz kadar kalın bir mont giymemişti. İnce bir yağmurluk gibiydi daha çok üstündeki. O kadar çok hareket etmişti ki her yanından içeri su girmiş, en sonunda da üstündekiler ince gövdesine yapışmıştı. "Üç dört gündür İncilidere yakınlarında kalıyordum. Oraya gidebiliriz."

Eliz de Azkana'ya ilk geldiğinde orada kalmıştı. Merkeze pek yakın değildi. Ama bulundukları konuma yakındı. Turistik amaçlarla şehri ziyarete gelenlerin pek tercih etmediği, daha sakin, öğrenci ve mevsimlik işçi dostu, her konukevinde muhakkak bir saksı begonyası ve ortancası olan, esnaf lokantası bol bir mahalleydi.

KAR VE KÜLDEN (Tamamlandı)Where stories live. Discover now