※11※ su nasıl yanar? karanlık nasıl akar?

423 135 179
                                    

Eliz güneş battıktan hemen sonra bitmiş Karataş ile Kargayuvası'ndan çıktı. Gece ticaretinin yavaşça canlanmaya başladığı sokaklardan bir rüzgar gibi geçti. Kemerleri, köprüleri ve tepeleri aştı. İkiz tepelerin ardındaki gölden şehre akan çaylar son kızıllığını kaybedip kapkara oldular.

Bir eli cebindeki siyah kağıtlara sıkıca tutunmuştu. Şu yaptığı delice iş için bir parça cesaret sağlıyordu o kağıtlar. Erez kalan son kağıtlarının yalnızca birini kendisi için almış, kalanını Eliz'e vermişti. Kağıtlar ufak ve kırışmıştı. Hepi topu iki tanecikti. Ama hiç yoktan iyiydi.

Tepelere çıkan yol çoğunlukla aşınmıştı ve bazı yerlerde de yürünmeyecek kadar engebeliydi. En yakındaki ışık en son arkasından indirim için bağıran satıcıların olduğu Kargayuvası'nın uç sokaklarında kalmıştı. Bu yüzden yol çoğunlukla kapkaranlık bir hiçlikten ibaretti. Görece daha düz bir alana geldiğinde görmediği çukurlara yan basmaktan bilekleri sancır olmuştu.

Biraz soluklanmak için geniş yapraklı bir kış çalısının yanına sindi. Titreşen ışıklarıyla kıza göz kırpan, geri dönmesi için cilveleşen şehre baktı. Ne kadar yüksekteydi böyle? Liman tren yolunun açıldığı gecekondu mahallelerini bile şöyle böyle seçebiliyordu. İşte, limanın batısında ve daha tepede kalan okulu oradaydı. Koskocaman kampüs şimdi mezarlık gibi ışıksız ve cansızdı. Çayların bölüp dilimlediği merkez mahalleler de okulun biraz daha gerisinden kıyıya kadar uzanıyordu. Her zamanki gibiydi.

Her şey hala normaldi.

Eliz kaşlarını çattı. Erez ile aynı anda yola çıkmışlardı. Ve onun yolu bu kadar uzun değildi. İncilidere'ye gidecekti altı üstü. Şu an orada olmalıydı. Öyleyse bunca zamandır neden hiçbir şey olmadı?

Sıkıntıyla iç geçirdi. Yakalanmış olabilir miydi? Ya da belki de Eliz tepeyi çıkarken bir şeyler olmuştu ama Eliz bunu fark edememişti. Yok, hayır. Eliz fark edemese bile yelkanlılar bir şeylerin ters gittiğini elbette fark ederlerdi. Ki tepeyi çıkarken uzaktan üslerine dönen yelkanlılar hariç kimseyi görememişti.

Bir şehrin siluetine, bir de biraz daha yukarıda ince ışık huzmeleriyle hiçlikten ayrılan ikiz tepelere baktı. Ne olursa olsun, ister yelkanlılar Erez'i fark etsin ister etmesin, tepeye çıkmak zorundaydı. O yüzden oturduğu yerden kalktı.

Aptal kafam. İşte, bir haltlar yiyip sonra da arkanı düzgünce toplamazsan böyle olurdu. Birkaç tane salak yelkanlı ve bir tane salak bıçak yüzünden düştüğüm hallere bak.

Tepeyi kendine söylene söylene tırmandı.

Yelkanlıların üsleri görüş açısında girdiğinde adımlarını yavaşlattı. Tepe artık tabak gibi düzleşmişti. Tek tük büyük kaya, budanıp kenara atılmış çalılar ve ışığın ermediği ufak çukurlar haricinde saklanacak yer kalmamıştı. Kayalardan birinin arkasına sığındı hemen.

Eliz, gün boyu Karataş'ını yeniden yazdığı noktadan bu ikiz tepeleri gözlerken karşısına bir yerleşkenin, karakolun ya da buna benzer bir yapının çıkacağını tahmin etmişti. Sonuçta bunca yelkanlı bir yerde kalıyor, dinleniyor ve ikmalini gerçekleştiriyordu.

Ama bu kadar organize ve düzenli bir yerleşim yeriyle karşılaşacağını da hiç tahmin etmemişti.

Diğer yapılara göre daha geniş, yüksek, geniş teraslı, Azkana'nın kendi evleri gibi açık renkli odundan yapılma bir bina vardı karşısında. Terasta ve balkonda birileri kıpır kıpır oradan oraya hareket ediyor, içeriden vuran ışığı kesiyordu. Binanın geniş kapıları, tıpkı pencereleri gibi ardına dek açıktı. Zırhları pırıl pırıl parlayan genç yelkanlılar binaya girip çıkıyor, birbirleriyle sessizce konuşuyorlardı.

KAR VE KÜLDEN (Tamamlandı)Where stories live. Discover now