※32※ ufak tefek ama pek renkli ve hiç bir şeye benzemeyen

146 37 48
                                    

Eliz yanılmamıştı. Hakikatten de kemiğe ihtiyaçları vardı. Şekildeğiştirenler Eliz'in ancak yumruğu kadar olan yaratıkların biçimine bürünebiliyorlardı. Eh, bu da bir rüzgarkesen için hayli komik bir boyuttu.

Birkaç saat boyunca kemik olmadan bu biçimsiz yaratıkları nasıl güçlendirebilecekleri hakkında kafa patlattılar. Erez bir keresinde kendi tarafındaki ateşten bir parça almaya çalıştı. Ama bileğindeki büyü işli zincirler yüzünden hücrenin koridora bakan yüzündeki parmaklıklara ulaşamadı bile. Bir keresinde Eliz kendi saçlarından teller koparıp yaratıklara kuvvet katmayı denedi. Başta işe yarar gibi olmuş, yaratıkların renkleri canlanmış, yavru kuşlar gibi cıvıldamaya başlamışlardı.

Bu etki on dakika kadar ya sürmüştü ya sürmemişti.

Sonunda Eliz'in kafasındaki bütün saçları yolamayacaklarına kanaat getirmişlerdi.

Eliz'in tepesindeki pencereden güneşin ilk nazlı ışığı içeri sızarken kız, "Bir dakika," dedi. "Hala Azkana'dayız, değil mi? Hava tıpkı birkaç gün öncesi gibi. Hala buranın yağmur mevsimindeyiz."

Beyaz şekildeğiştireni Erez'in avcuna yerleşip uykuya hazırlanır gibi kıpırdandı. Erez de biçimsiz yaratığı dürtükledi. Yaratık buna sinir olmuştu. Erez'in parmağını iteledi. "Ve hemen hemen gece gündüz süreleri de Azkana'daki gibi." Kızın ne düşündüğünü çözmek ister gibi baktı. "Neden ki?"

Geç kalmış bir fikirdi. Ama yine de oradaydı. Kafasının içinde yıldız gibi yanan, hevesli bir plan: "Öyleyse hala Runu'nun ormanındayız. Yani Runu'ya ulaşabiliriz." Avucunu kaldırıp kendi parmaklarına tutunmuş şekildeğiştireni işaret etti. "Runu'yu takip edebilirler. Onu bize getirmek için koskoca bir rüzgarkesene ihtiyacımız yok."

"İyi ama hani iyeler yaşama ve tabii akışına müdahale edemezdi?" diye sordu Erez. "Bize yol göstermek dışında nasıl yardım edebilir?"

"Şey... Dolaylı olarak-"

Oğlanın sorularla dolu bakışları birden çözülüverdi. "Yelkanlıları buradan uzaklaştırsa yeter." dedi. Hah, işte şimdi sesi yeniden hevesle dolmuştu. Uluyel yardımcımız olsun. "Bir şekildeğiştiren Runu'yu buraya getirir. Diğeri de-"

Onun cümlesini Eliz tamamladı: "Runu yelkanlıların dikkatini dağıtırken kemiği kapıp bize getirir."

"Kemiği kullandıktan sonra şu ründen de kurtulurduk." Erez sağlam eliyle alnından göz pınarlarına akan kanı elinin tersiyle sildi. "İkimizi sürükleyen sel epey curcuna koparmıştır muhtemelen. Yani-"

"Runu yakınlardadır." Kalbi göğsünde heyecanla gümbürdedi. Elini kaldırıp avcundaki kara şekildeğiştirene baktı Eliz. "Nasıl olsa bizim paylarımızdan bir parçasınız. Uçabilen bir şey olsan iyeyi bulman hiç de zor olmazdı, değil mi?"

Şöyle ufak, kanatlı, arıkuşu gibi hızlı ve iyenin dikkatini çekecek kadar renkli, cafcaflı bir şekle bürünse...

Yaratık vik vik ses çıkardı. Galiba o da heyecanlanmıştı. Sonra gerindi. Kara şekildeğiştiren Eliz'in avuçları içinde aktı. Biraz büyüdü. Başının ön tarafından sivri, uzun, kiraz kadar kırmızı bir gaga, kafasının üstünden uçları kara ama dipleri altın renkli sorguç çıkardı. Kırlangıç kanatları gibi kavislenen kanatları ufaktı ama sorgucuyla aynı tondaydı. Gövdesi incelip kısaldı. Yalnız kuyruğunu uzattı da uzattı. Ta ki gövde boyunu geçene dek. Tavus kuşunun o görkemli kuyruğunun daha kısa ve sarılı siyahlı halini taklit etti.

Şekildeğiştiren mutlu bir çoban köpeği gibi uzun tüyden kuyruğunu iki yana salladı. Parlak iki boncuk gibi duran gözlerini Eliz'e dikip ufak kafasını biraz yana eğdi.

KAR VE KÜLDEN (Tamamlandı)Where stories live. Discover now