※23※ sonsuza dek izimi sürebilecek bir canavar ve ondan geriye kalacaklar

202 40 35
                                    

Tepeden inmeleri tepeye çıkmalarından çok ama çok daha uzun sürdü. Nihayet dal, çalı ve köklerle dolu çamurlu zemine indiklerinde güneş gökte epey yükselmiş, hava iyice aydınlanmıştı. Tabii halen ateşten devin yerini kestirmek zordu. Kül gibi yoğun gri renkli öbek öbek bulutlar gökyüzünde serserice akıp gidiyordu.

Bekledikleri gibi bir taşkın olmuştu ve kaynağı da büyük olasılıkla gerilerinde bıraktıkları göldü. Gece boyu neredeyse hiç dinmeyen fırtınaya ne göl havzası ne de toprağın geçirgenliği dayanabilmişti anlaşılan. Gölden taşan su kütleleri Azkana'nın karınca yuvası gibi dört bir yana dağılan ve birleşen dar vadilerini yer edinmiş, eğimli vadilerde önlerine ne kattılarsa yıkıp geçmişlerdi.

Dün akşam birkaç saat daha yolda kalıp yürüselerdi, iki çocuğun sonu işte tam şu kütük gibi olacaktı: İkisinin de çocuksu bir merak ve dehşetle üstüne çıktıkları, artık köklerinden tamamen kopup parçalanmış, çatlamış, sürüklenirken arkasında derince bir oluk bırakmış koskocaman bir mavi çam kütüğü gibi.

Ama kütüğün durduğu yer sağlam değildi. O yüzden üstünden hemencecik yere zıpladılar.

Botlarıyla çamur artık birbirinden ayırt edilemez hale gelene değin yürüdüler. Yol düzgün değildi. Önlerinde akıntının oradan buradan getirdiği çer çöp vardı. Kütükler örneğin. Ama onlar aşılması basit engellerdi. Vadinin yüksek tepelerinin bazı kısımları kayıp dökülmüş, zeminde ufak tepecikler oluşturmuştu. O tepecikleri tırmanırken Eliz'in gözü yüksekteki diğer tepelerde olmuştu hep. Islanmış toprak ve kayalar sağlamlığını yitirmişti. Ve başka bir heyelanın iki çocuğun üstüne düşmeyeceğini kimse garanti edemezdi.

Eliz elindeki haritayı bir kez daha kontrol etti. Artık görece daha düz ama zemini daha cıvık bir alandaydılar. Arkalarında kalan eğimli vadinin ağzı genişlemişti. Geri dönüp bakınca o kadar yüksekten nasıl indiklerine şaşırıp kaldı önce. Alçaktan bakınca vadi koskocaman bir kaydırak gibi geliyordu.

"Umarım tren ve arkadaşların hala yerindedir." dedi bir haritaya bir de önlerindeki alana bakan Eliz.

Erez arada kafasını uzatıp haritaya bakıyordu. Bir kez daha baktı. "Yerinde değillerse de yürürüz. Bir eyaleti yürüdük. İki tane daha yürürüz, ne olacak?" Eliz oğlana baktı. Sesi çok ciddi çıksa da suratı öyle değildi.

"Tabii," dedi Eliz abartılı bir hevesle. "Bu kış eve varabiliriz böyle!"

"Bu kış fazla iyimser bir tahmin oldu."

"Değil mi?" Eliz iç çekip yine haritasına döndü. "Bu arada, tren konusunda ciddiydim." Yürürken botlarından şapır şupur sesler çıkıyordu. Pantolonu dizlerine kadar çamurla kirlenmişti. "Ve baksana, hala vadinin yukarısından çamur akıyor."

İşte pantolon paçalarının batma sebebi buydu. Yola çıktıklarından beri kah artıp kah azalan, bazen balçık gibi bazen de yalnızca çamurlu su gibi sel suları akıyordu hala. Kuvvetli bir akıntı değildi. Olsa olsa üç dört parmak yükseliğindeydi. Ama yürümelerini zorlaştırıyordu. Bazen ayakları çamura takılıyordu. Birbirlerini çekmeden kesinlikle ayaklarını çamurdan kurtaramıyorlardı.

"İstasyona hala birkaç saatlik mesafedeyiz. Oranın burası kadar etkilendiğini zannetmem." Geriye dönüp baktı. Beceriksizce bağladığı saçları onca atlama, zıplama ve çekiştirmeye dayanamayıp açıldı. Kendi kendine konuşur gibi "Sabahtan beri yağmur yağmamasına rağmen çamur akıyor." dedi.

Sesindeki şüphe tınıları ile Eliz'in kafasının içindeki tilkiler derhal kuyruklarını kaldırıp gezinmeye başladı. Çamura saplanıp kendilerini kurtarmaya o kadar odaklanmışlardı ki bu akan çamurun nereden ve nasıl hala akıyor olduğunu akıllarından o ana dek çıkartmışlardı.

KAR VE KÜLDEN (Tamamlandı)Where stories live. Discover now