※9※ birbiri etrafında dönen iki yıldız: akrun ve alrun

402 99 186
                                    

Tundradan eve döndüğünde uzun süre kendine gelemedi. Birkaç gün yalnız sabahları uyudu çünkü geceleri uyumaya kalktığında sıçrayarak uyandı hep. Kafasının içindeki çatırtı sesi ve tenindeki sıcak titreşim. Bu ikisi bir hafta kadar her boş kaldığında zihnine zulmetti. Özellikle de geceleri, karanlık ve kapısı kapalı odalarda. Sesi tekrar tekrar duydu. Parmak uçları yeniden ve yeniden yandı.

Ama iyileşti. Hem parçalanmış sağ dizi hem yüzündeki çizikler hem de uykusundaki kabuslar. İki haftanın sonunda sersemliğini üstünden tamamen attı. Atmak da zorundaydı.

Nadir bu iki haftada pek üstüne gitmemiş, hatta yanına gelip isterse Arbuz'a dönebileceğini, ne zaman isterse o zaman geri gelebileceğini, o yokken okulunu dondurabileceklerini söylemişti.

Eliz bunu tabii ki kabul etmedi. Ne yani, o kadar çıtkırıldım mıydı? Birinin ölümünü görmüştü, evet insafsızca bir ölümdü. Ama daha önce de başkalarının son nefesine tanık olmuştu. Onlarca cesedin payını toplamış, rünlü kasede taşımış, Döngü'ye yeniden emanet etmişti.

Hayır, dayanırdı. Devam edebilirdi. Birkaç kabus yüzünden hiçbir şey yarım bırakılmazdı. Uyuyamazsa kendini çok yorar öyle uyurdu. Odaklanamazsa Vesna'ya gider, kurumuş otlarını alır, çayını içer, dersine bakardı.

Yarım bir şekilde Arbuz'a dönemezdi. Eksik halde kendini oradan dışarı atamazdı.

Dirayetine olan aşırı güveni o zamanlar işine yaradı. Ama yıllar sonra başını çok yakacaktı.

Yine de dediğini yaptı. İnadını desteği gibi kullandı. Yapılacak tonla işi vardı. O zamanlar daha on beşindeydi ama ertesi sene mühendislik diplomasını alacaktı. Sadece makineler üstünde değil, cebirin kendisi üstünde de ustalaşıyordu. Ayrıca büyüsü alışılagelmişin dışındaydı. Devinimiyle yaşamına can üfleyen denge payını, kusursuzca bilincinin hakimiyeti altına almayı öğreniyordu. Bununla da kalmıyor olur da her şey ters giderse kaçabileceği bir yeri olsun diye yaygın dillere çalışıyor, kendini savunabilsin diye Nadir'in işinde merhametsizliğiyle ünlü kız kardeşinden -Nara'dan- birini nasıl hızlı ve sessizce öldürebileceğine dair dersler alıyordu.

İşte, Eliz dünyanın en meşgul insanıydı. Uçan şehirlerin dev motorları gibi yorulmadan ve süratle çalışırdı zihni. Dolayısıyla üçüncü haftanın ortalarında ölen çocuğu da tüm kemikleri kırılan adamı da aklından silmişti.

Üçüncü haftanın sonuydu. Dev porsuğun köklerinin arasına inşa edilmiş kütüphanede, sırf başkası gelip oturmasın diye gün aydınlanmadan gelip oturduğu yerinde buharlı makinelerin verimliliğine çalışıyor; karşısında masaya dayanıp uyuyan kız kardeşini rahatsız etmemek için defterine yavaşça formüller yazıyordu.

Yazıyordu yazmasına ama o titreşim arada yeniden uyanıyordu. Yaz yağmurları gibi: parmaklarında biraz dolaşıyor, sonra kayboluveriyor, bir vakit ardından sonra yeniden gezintisine devam ediyordu. Yaptığı işe engel değildi. Dikkatini dağıtmıyordu. Ama incecik elektriklenme hissini fark ediyordu yine de.

Sanki bu hissi tutabilirmiş de inceleyebilirmiş gibi baş parmağını diğer parmaklarının uçlarında gezdirdi. Belki de ölen çocuğun büyüsü onda kalıcı parçalar bırakmıştı. Görülmemiş şey değildi bu: birinin birine payından bir parça vermesi.

Vesna da böyle büyü yapmıyor muydu zaten? Yeteneği abisinden geçmişti ona. Acaba Vesna da bunu fark ettiğinde rahatsız olmuş muydu? Gerçi, onun payını abisi kendi isteğiyle vermişti. Karşılaştırmak pek mantıklı olmayacaktı haliyle.

O rahatsız olmamış olabilirdi ama bu Eliz'in aklına her geldiğinde tüyleri diken diken oluyordu. Birinin ellerini ona sormadan kullanıyor gibi hissediyordu çünkü. Hatta o ellerle dünyaya dokunuyor, algılıyor ve düşünüyor gibi. Hırsızlık değil miydi bu şimdi? Almayı o istememişti, eh, muhtemelen çocuk da vermek istememişti.

KAR VE KÜLDEN (Tamamlandı)Where stories live. Discover now