※13※ çılgınlığım, çılgınlığın, çılgınlığımız

418 133 178
                                    

Cildi kızıl-zeytuni yılan pullarıyla kaplı, saçsız, Eliz'den iki kafa boyu daha uzun, ağzı kıvrımlı dudaklar yerine dümdüz yarıklarla sonlanan bir kadın ince, çentiksi gözleriyle avını tuzağa düşürmüş avcının keyfiyle kıza bakıyordu. Arkasında beş ya da on dakika önce gördüğü sarışın yelkanlı duruyordu. Onun da hemen yanında üstü başı toz içinde, saçları dağılmış, kızıl yel lekeli, Eliz'in cübbesini aldığı Kızkardeş duvara yaslanmış içeriyi izliyordu. Peşlerindeki diğer Kızkardeşleri Eliz ancak gölgelerinden seçebildi.

"Bak sen," dedi Salik dudaksız ağzından çıkan ince sesiyle. Konuşmasıyla Eliz göğsüne tekme yemiş gibi nefessiz kaldı. "Yetenekli olduğun kadar cesurmuşsun da."

Eliz de tam "Neden her şey bu kadar düzgün işliyor?" diye kendine sormak üzereydi.

Bir saniye. Bir saniye içinde yapılabilecek çok az şey vardı. Kaçması gerekti. Hemen. Salik ellerini üstüne sürmeden veya uğursuz kelimeleri fısıldamadan önce. Ama kapının tam önündelerdi. Ellerini uzatsalar yakalarlardı kızı. Karnına kramplar girdi.

Alan. Alan lazımdı ona. Dışarı çıkabileceği, kendini çekebileceği herhangi bir alan. Duvara vuran gölgelere gözü kaydı. Koridordan geçemezdi. Çıkış yolu tamamen kapanmıştı.

Alan. Ya da zaman.

Kadın uzun tırnaklı elini kaldırdı. Bir saniye bile sonsuzluk gibi geçti. Eliz o bir saniyeyi kullandı. Artık daha kötü ne olabilirdi ki? Payını saklamaya lüzum kalmamıştı. Gücünün iplerini tamamen bıraktı.

Eliz'e hevesle cevap veren varlık, az önce aklını bulandıran karanlık oldu. Soğuk kadar, buz kadar, taş kadar aşina değildi karanlığa. Ama yine de kabiliyetini ve sınırlarını tanırdı. Soğuk gibi ehli değildi karanlık. Daha yabaniydi. Ama yine de yaramazlığına rağmen Eliz'e itaat ederdi. Dinlerdi onu.

Şimdi de dinledi. Kafesini kuduz bir hayvan gibi terk ederken Eliz'in teni buz kesti, kemikleri cayır cayır yandı.

Salik'in keyifli yüzü bir anda bozuldu. Adi mahluk seni. Pullu kadın kendi payına uzandı. Eliz'in zihninin gerilerinde mat, pürüzlü, koyu yeşilden şeritler oynaştı. Yüksek bir paydı. Hareketli, idmanlı ve itaatkar bir pay. En az Nadir'in payı kadar. Belki biraz daha az.

Karanlık Eliz'in avuçlarından aktı. Salik ve diğer yelkanlıların arasına yıldırım hızıyla doldu. Salik'in arkasındakiler geriledi ama Salik ve çırağı hareket etmedi. Biraz hayretle bakıyordu ikisi de. Eliz'in tüyleri ürperdi bu meraklı gözler önünde. Ve suratlarını karanlıkla boğdu. Işık soldu ve yok oldu. Arkasındaki açık camdan patlayıveren kuvvetli rüzgarın uğultusu ve karanlığın yankılı sesi yelkanlıların nidalarını yutuverdi.

Zehirli bir duman gibi ondan ayrılıp önündeki kalabalığı örten karanlık şimdi Eliz'in elleriydi. İtti hepsini. Var olan tüm gücüyle, hırsla itti. İtti ki bir daha kalkamasınlar. Salik, çırağı ve beyaz cüppeli kadınlar yere düştüler. Kaçayım derken birbirlerine çarptılar. Işıktan kör olmuş rüzgarkesenlere benziyorlardı şimdi. Birileri yardım için bağırdı. Karanlığı hemen oraya yönlendirdi Eliz. Uğultu yardım çığlığını yuttu.

Zaman. İşte istediği buydu. Karanlığı kendinden ayırdı. Avuçlarından akan dumansı renksizlik durgunlaştı ve kesildi. Sanki gövdesini dik tutan gücü kaybetmiş gibi omuzları çöküverdi. Bir anlığına tüm dünya fırıl fırıl döndü.

Dünya dönerken gözlerinin önünde sarımsı yeşil bir ışık çaktı. Işık mı? Panikle gövdesini doğrultmaya zaman bulamadan yosun kokulu bir şey -gövde, duvar, hava!- Eliz'e çarptı. Mermer masaya savruldu. Sırtını masanın keskin kenarına çarptı. Acıdan iki büklüm halde elleri tutunacak bir şey aradı. Yere düştü.

KAR VE KÜLDEN (Tamamlandı)Where stories live. Discover now