※37※ bir söz vermiştim, o zamanlar tutamayacağım bir söz

140 25 31
                                    

Sekizkök'ün tüm Taparlu'ya ünü yayılmış Porsuk'unun tevazuuyla oturduğu meydan yılın görece sakin geçen günlerinde bile kalabalık olurdu. Aslında buraya meydan demek pek doğru olmazdı zira neredeyse iki yüzyıl öncesinde Zenith meydanı çevreleyen işgali ve kayıpları anımsatan isli, çirkin, dik çatılı, uzun binaların hepsini yıktırmıştı.

"Dünyaya geldiğimizde gözlerimizin gördüğü ilk şey Porsuk'tur." demişti Zenith bir keresinde Eliz'e şehri anlatırken. "Bir umur ya da arsan kanatlarını güçlendirdiğinde, uçabilecek hale geldiğinde konduğu ilk yer yine Porsuk'tur. Porsuk'un altında büyür, okur, çalışır, evlenir ve yaşlanır. Öldüğü zaman son gördüğü yine Porsuk olur. Öyleyse Porsuk'un ihtişamını bizden gizleyen koca koca binaları neden ortada bırakacaktım ki? Yerimiz bol nasıl olsa."

Eskiden neredeyse dev ağaca bitişik olan binaların yerinde şimdi geniş bir bahçe, Eliz'in ikinci evi olan köklere gömülü kütüphane ve tam karşıda Vesna'nın Bağ'ı vardı.

Bağ dedikleri yer devasa bir seraydı esasen. Zenith'in kız kardeşi Vesna'ya aitti. Çalışmaları ve araştırmaları botanik bilimine damgasını vurmuş, güney yarım küredeki üniversitelerin bir saatlik ders için bile kapısında yalvar yakar bekledikleri çok değerli bir bilim insanıydı Vesna. Her şeye de bir zamanlar barakadan ibaret olan bu Bağ'da başlamıştı. On yıllar içinde baraka üstü cam kaplı, kubbeli enfes bir sera halini almıştı. Sera genişledikçe Vesna da dünyanın her köşesinden tohumlar ve fidanlar getirmişti.

Saygın bir hekim olan eşiyle de ilk burada tanışmıştı. Hangisi daha güçlüydü? Sentetik kimyasallar mı yoksa doğal özütler mi?

Ateşli bir kavgaymış, Vesna'nın ikizi Ranya öyle anlatmıştı bir keresinde. "Birbirlerinin gırtlaklarına sarılmalarına aha şu kadarcık kalmıştı." demişti tırnak ucunu göstererek. "Yemin ediyorum, abilerimin ikisi de araya girmeseydi Porsuk'u bile devirirlerdi."

Porsuk'u devirecek kadar curcunalı bir kavga işin sonunda araştırma ortaklığına oradan da sakin bir evliliğe evrilmişti.

Hayat gerçekten tuhaftı. Kanlı bıçaklı olduğun, aleyhine anti tezler yayınlayıp kitaplar yazdığın bir adamla hayatını birleştirmek... Nihayet ikisi de haksız olduğunu kabullenmişti. İki çok kıymetli beyin bir araya gelip o zamana dek çaresiz diye bilinen hastalıklara deva olmuştu.

Ama şu anda Bahçe'de yalnız Bağ yoktu. Pek çok şey vardı.

Bahçe öyle alelade bir çimenlik değildi, hayır, Ne Zenith ne de Nadir böyle basit şeylerden hoşlanmazdı. Kuzey Taparlu'nun soğuğuna alışkın ağaç ve çalılarıyla biçimlendirilmiş taş yollu sokakları dev ağaçtan çıkıyor, bahçenin bitimine kadar uzanıyordu. Sokaklar yalancı ateşlerin simyasal olarak güçlendirilmiş formları ile daima aydınlık tutulurdu. Simyasal ateşin tatlı sarı ışığı daha sönük olsa da yine de ışıldayan kışincisi çiçeklerinin arasından kıvrılır, sokakların iç yollarına erişir, ara ara koyu renkli ağaç gövdelerine kurulmuş salıncakları ve sokakların çimlik alanlarına konulmuş üstü tenteli banklarını aydınlatırdı. Yollar çoğunlukla Porsuk'a çıkardı. Yalnız birkaçı, tabelalarla işaretlenmiş olanlar, Bağ'ın alçak çatılı girişine giderdi.

Ev denilince Eliz'in aklına uzun yıllar ilk burası gelecekti. Bir umur ya da arsan olmasa, kendi kanı buradaki insanlarca hoş karşılanmasa da.

Koca Porsuk, hayaletleri ancak seçilen sekiz dağ, havada uçuşan umurlar... Hararetli konuşmalar, bahçenin belli noktalarındaki tezgahlardan havaya karışan kek kokusu, yaz da olsa kış da olsa insanı ürperten soğuk rüzgar...

Eliz daha ufak bir kızken, anne ve babası onu buraya yeni bıraktığı zamanlarda bazen Alyaz'ı kaybeder, hemen bu bahçeye gelirdi. Bazen onu Zenith bulurdu. Birlikte banklardan birine otururlardı. Eliz sorardı. Zenith de anlatırdı. Bir keresinde "Sen burayı yönetiyorsun, neden en güzel yeri kendine almadın ki?" diye sormuştu. O zamanlar altı ya da yedi yaşındaydı.

KAR VE KÜLDEN (Tamamlandı)Where stories live. Discover now