19.BÖLÜM

37.7K 1.8K 258
                                    

Yataktan şiddetle kalktığımda; "Efsun!.." dedi arkamdan.

Çırılçıplak bedenimin üzerine iliştirdiğim sabahlığımı kapının arkasından hızla almış ve içimi saran ani hırsla giyinmiştim. Akın'la aynı odada aldığım her nefes ciğerlerimi yakıyor bedenlerimizin miskin kokusunun sindiği bu oda anbean sanki bana dar geliyordu.

Yürürken bacaklarımdan sızan menisini duyumsamamaya çalıştım. Göz ucuyla baktığımda yatakta yıllar sonra yer etmiş kana lanet ettim. Sanki her şey bana, yedi sene öncesini haykırıyordu.

Gözlerimi şiddetle yummuştum ve yumruk yaptığım ellerimle evin içinde Akın'dan uzakta gidebileceğim en uç noktaya koşar adım ilerledim. Bedenim şokta gibi titriyordu. Ben mantıkla kalbin, gururla vicdanın en büyük savaşını veriyordum. Çok sonradan anlardım belki bu onu tekrar kaybetme korkusuydu. Belki de terk edilme korkusu... Onu ilk ben terk etmeliyim diye haykırıyordu zihnim.

Ellerim titreyerek çıktım balkona. Beyaz saten sabahlığımı, önümde sıkı sıkıya kavuşturdum. O kadar inceydi ki çıplak bedenimi hissedebiliyordum. Saksılığın kenarında duran sigarama uzandım.

Çakmak parmaklarımın arasında sallanıyordu. Ateş, sabahın ayazından daha hoyrattı. Bir türlü tutmuyordu sigaramın ucunu.

Gerginlikle bir sigara yaktım.

Dışarıya bakarken arkamdan gelen bir ses yalnız olmadığımı haykırdı bana. Ömür boyu süregelen bir yalnızlıktan sonra bir ses bir nefes bile fark ediliyordu.

"Sigaraya mı başladın?" dedi soğuk sesiyle arkamdan.

Dönmedim arkama. Gergin dudaklarımla buruk bir tebessüm peyda olurken çehremde dışarıyı izlemeye devam ettim. Hiç bilmezdi, bilemezdi.

"Üşürsün böyle..." dedi sanki beni düşünür gibi. Sinirle gülümsedim ona bakmadan.

"Üşürüm..." diye mırıldandım iğneleye iğneleye. "Üşürüm ya, doğru."

Yutkunuşunu duydum. Sonra da bana yaklaştığını anladım ama sanırım bana yaklaşmasını istemedim ki; "Söylesene Akın!..." dedim aniden ona dönerek.

Sigaranın gri dumanı gölgeledi bana yaklaşmaya korkan çehresini.

Altında pantolonu üstünde de tişörtüyle gelmişti balkona.

"Söylesene," dedim tekrar hesap soran sesimle. "Hiç mi?..." Sesim titresin istemedim, ama titredi. "Hiç mi geri dönmek istemedin?"

Gözlerindeki nem acıyla gölgelendi. Yutkunduğunda belki de tam konuşacaktı ama tekrar sordum.

"Yedi senedir, hiç mi beni görmeye fırsatın olmadı?"

Olmamalıydı. Hiç geri dönmeye fırsatı olmamış olsaydı. Yedi senedir öyle cefalar çekmiş olsundu da dönememeye bir bahanesi olsundu.

"Oldu..." dedi zor bir mırıldanışla. Un ufak olmuş kalbim hâlâ kırılabiliyordu ki içime bir hançer saplandı.

Kaşlarımı sinirle kaldırdım kısa bir gülüşle.

"Demek öyle..." dedim aynı imayla başımı sallamaya devam ederken. "Peki. Öyle... Merak ediyorum da hiç ya, hiç görmek istemedin mi beni? Geride nasıl bir enkaz bıraktın hiç görmek istemedin mi? Ne bileyim..." derken Akın'a karşımda iğrenç bir şey varmış gibi baktım. "Hani taştan bir kalbin var ya senin, hani senin o yaklaşanı yakan bir egon vardı ya hani en son. Taa yedi sene öncesinde... Öyle kimse yaklaşamazdı ya sana... Yaklaşanın da ne haddineydi ya... Hani sırf onları, o nemrut egonu ve taş olmak dışında bir vasfı bulunmayan kalbini tatmin için... Bak, insanlığından değil, merhametinden değil. Sadece o süper süper egonu tatmin etmek için gidip de şu kız ne hâlde bir bakayım demedin mi? Bakayım da şu dağlardan büyük egom okşansın demedin mi? Bir boka yaramayan taş kalbin sert sert bilensin diye düşünmedin mi? Merak edip de hani... Sadece kendini tatmin etmek için ya... Hiç gelmeyi düşünmedin mi?"

ATEŞ HATTI Where stories live. Discover now