31.BÖLÜM

7.7K 266 20
                                    

30 GÜN SONRASI

HAKKARİ

Buranın kışı bitmek bilmiyordu sanki.

"Tamam anne. Problem yok... Telaş yapma, iyiyim ben böyle," diye sızlandım soğuktan kızarmış burnumu ayaza karşı çekerken.

Üç bacakla yürümek zordu.

İki bacağım ve bir koltuk değneğimle üç bacaklı olmuştum. Her gün onlarla mükemmel kombinler yapıyordum. Her güne bir çentik attığım, çaput bağlanmış dilek ağacına dönen koltuk değneğimin son akıbetini gerçekten çok merak ediyordum. Benim elimde pestilinin çıkacağı kesindi ama sonunu hâlâ tam olarak ben bile kestiremiyordum.

Muhtemelen ondan kurtulduğuma tek sevinen ben olmayacaktım. Koltuk değneğimin de dili olsa o da zılgıt çalardı kesin. Ha başkaları da var tabii...

Fizik Tedaviye gidip gelmem için ayarlanmış olan araba İl Sağlığa aitti ve kalıbımı basardım ki onun şoförü de ben koltuk değneğinden kurtulduğum anda bir bahaneyle göbek atardı ve yine emindim ki anında o da benden kurtulacaktı.

Babamdan bile yaşlı bir adamdı ama nedenini tam bilemesem de hiç anlaşamamıştık il sağlığın şoförüyle. Yıldızımız barışmamıştı denebilir çünkü bence yaşının gereği olması beklenilenin aksine o, hiç ağırbaşlı bir bey amca değildi. Daha çok ahır başlıydı. Evet, tam bir ahır başlıydı!

Kafasında her türlü öküzü besleyebilir türden bir ahır başlılık söz konusuydu.

Onun benimle derdiyse muhtemelen içten içe onu şoförüm yerine koymamdan kaynaklanan bir kompleksti. Ama tamamen içten içe... Tamamen bilinç altında ürettiği, altı veya dayanağı olmayan bir hazımsızlıktı bu. Bu düşüncelerini; "Seni burada atıveriyik!" diyen emrivaki sözleriyle, beni sokak başında indirmelerinden anlayabiliyordum. Çoğul kullanmasının sebebi de muhtemelen o ve kafasındaki öküzlerden kaynaklanan bir terimdi. Ve onun bu yaptığına karşılık olarak ben ise ilk günden beri ona bir teşekkür etme tenezzülünde dahi bulunmayarak, onun bu kompleksini körüklemekten başka bir şey yapmamıştım.

Zaten kimsenin derdini çekecek durumda değildim. İki kere kıçımın dibinde bomba patlamıştı şimdi de iki direksiyon sallayor diye kimsenin afrasını tafrasını çekemezdim. Zaten telefonun diğer ucundaki annem de tası tarağı toplayıp, yetti gari, deyip buralardan kaçarak İstanbul'a dönmemi eminim dört gözle bekliyordu.

Hem böylelikle annem de buraya kadar gel git yapmaktan ya da kızımın kıçında bu sefer başka bir bomba patlar mı acaba, diye endişelenmekten kurtulmuş olurdu. Bir taşla iki kuş...

"Ay sorun değil dedim ya anne..." diye sızlandım tahammülümün son noktalarında. Artık eskisi kadar sabırlı ve tatlı değildim. Gerçi ben, eskiden de tatlı değildim. Peki sabırlı mıydım? Yok. Sabırlı da değildim. Ben aynı bendim ya... Suçu bombaya bulayım dedim ama, ı ıh. Aynı tas aynı tarak, aynı terane aynı kerhane...

Değişmemiştim.

"Ama neden öyle yapıyor o adam Efsun? Ben anlamadım," dedi kafayı il sağlığın şoförüne takmış annem. Sinirli de olsa fazla yükseltemeye çekindiği ince sesiyle konuşuyordu benimle.

"Biz şurada komşumuz hasta olunca evine ekmek mekmek lazım mı diye endişeleniyoruz Efsun, onun altında arabası da var ama sakat kızı evinin önüne değil de sokağın başına bırakıyor..."

"Sakat kız mı?!" dedim gözlerimi açarak. "Yuh! Yuh anne! Yok bir de öldün de anne! Öldüm anne, öldüm, üzerime toprak at istersen?"

"E kızım yalan mı?! Gerçekten ölümden döndün! Hatta ölümlerden döndün! İlk de değil bu yani..." diyen annem kızmaktan çekiniyor ama sanki ben durumumun farkında değilmişim gibi de bana içten içe isyan ediyordu.

ATEŞ HATTI Unde poveștirile trăiesc. Descoperă acum