3. Bölüm: Gölge

182 7 0
                                    

3. Gölge

Korkularımın binbir hayaleti gizlenmiş orman, bedeni gri asfalta kazınmış bir adam ve ben yalnızdık. Sadece gölgem yanımdaydı. O silik gölge, kaç diye fısıldıyordu kulağıma. Bir kez olsun kötülüğe yenil, masumiyetine bulaşmış katranı temizle, buradan uzaklaş diyordu.

Yağmur damlaları saç diplerime değerken, adımlarım her an geri dönüp koşacakmış gibi temkinliydi. Bunun zihnimde kurguladığım bir düş olmasını istesem de hayal görmüyordum. Ağaçların kenarında, toprak ve yolun birleşimindeki yerde biri yatıyordu. Arabamla çarptığımdan dolayı yol kenarına fırlamış olamazdı. Büyük bir şeye çarpsam hissederdim. Ezmiş olmam için yolun ortasında uzanıyor olmalıydı veya her taraf kan revan içinde kalırdı.

Ağaç dallarına saklanmış, yorgun bir baykuşun uğultuları bölüyordu sessizliği. Toprağa damlamış kanın kokusunu silememişti yağmur. Yolun ortasında siyah bir çanta duruyordu. Ağır adımlarla çantanın yanından geçtim. Sanırım tekerleklerin ezdiği şey buydu. Birkaç adım ötede, bir an çarptığımı zannettiğim ama düşününce bunun imkânsız olduğunu bildiğim insan uzanıyordu. Ona doğru ürkek bir adım daha attım. Güçlü bir şimşeğin gürültüsü doldu kulaklarıma. Işık bedenimle buluşunca yerimde sıçradım. Başında siyah şapka takılı olan bir adamdı bu. Yanında dizlerimin üstüne çöktüm. Titreyen elimle, omzunu sarstığımda şapkası kenara düştü. Hiç tepki vermedi. Ölmüş müydü?

Yan dönmüş adamı, kolundan tutarak kendime çevirdim. İki parmağımla boynuna dokundum. Nabzı zayıftı. İşaret parmağımı burun deliklerine tuttum. Nefes alıyordu. Alnından aşağı, yanağına doğru süzülen kanlar kurumuştu. Farların cılız ışığı ile yüzünü belli belirsiz seçebiliyordum. Sıyrılmış elmacık kemiği, solgun teni, dudaklarına yerleşen ceset morluğu tüylerimi ürpertiyordu.

Ne yapacağımı bilmiyordum. Eğer onu bu hâlde bırakıp kaçarsam vicdan azabı çekebilirdim. Beynim patlayacak gibiydi. Saçlarım yağmurdan sırılsıklam olmuş, dizlerim çamur içindeydi. Çam ağaçlarının ilerisindeki karanlıktan gelen bir kurt uluması, dehşeti damarlarıma kazıdı. Göğsüme dokunarak kendimi sakinleştirmeye çalıştım. Daha fazla düşünecek zamanım yoktu. Panikle ayağa kalktım. Muhtemelen bu adamın olduğunu düşündüğüm, yolun ortasındaki çantayı arabaya götürdüm. Adamı nasıl taşıyacağımı bilmiyordum. Sırtıma alamazdım çünkü boyu uzun ve ağır görünüyordu. Kollarından tutarak sürüklemeyi düşündüm. Aptalca bir fikirdi. Biri görse, cinayet işleyip delilleri yok etmeye çalıştığımı zannedebilirdi.

Vosvosu geri geri sürdüm ve adamın yanı başında durdum. Dışarı çıktığımda, omuzlarından tutup bir kez daha sarstım. Kendine gelir gibi olmuş, hafifçe göz kapaklarını aralamıştı. Güç bela ayağa kaldırmayı denedim. Adam bütün ağırlığını koluma vererek bana tutundu. Arabanın açık bıraktığım sağ kapısından, önce gövdesini daha sonra ayaklarını arka koltuğa yerleştirdim. Saatlerce koşmuş gibi nefes nefese kalmıştım.

Ellerim hâlâ titriyordu. Direksiyona geçerek anahtarı çevirdim. Adamın aralık gözleri yeniden kapanmış, koltuğa yasladığı başı geriye doğru düşmüştü. Ya bir suçluysa ve uyanıp bana saldırırsa? Bin tane gerilim filmi senaryosu geçiyordu aklımdan. Belki de arka koltuğa oturtmakla hata etmiştim. Şimdilik tek planım, onu en yakın hastanede indirmekti. Gecenin bu vaktinde böyle bir olay yaşamak için fazla şanssızdım. Islak saçlarımı yüzümden çektim. Tek elimle gözlerimi ovuşturarak, önümdeki uzun yola odaklanmaya çalıştım.

Kol saatimi kontrol ettiğimde, birkaç saatten fazla geçmiş, Atina'ya varmama çok az kalmıştı. Kaldırımları insanlarla dolu, trafiğin yoğun olduğu ana caddelerden birine saptım. Bir yandan hastane bulabilmek için etrafa bakınıyordum. Hatırladığım kadarıyla buraya yakın bir yerde vardı. Trafik ışıklarında durunca dikiz aynasından adamın yüzüne baktım.

Bir Gün Üç SonbaharOù les histoires vivent. Découvrez maintenant