7. Bölüm: Mavi İplik

125 6 0
                                    

7. Mavi İplik

Çocukluğumdan beri, her yaz Atina'ya gelirken sevdiğim birkaç romanı yanımda getirirdim. Annem de hepsini özenle saklar, resepsiyonun arkasındaki küçük kitaplığa yerleştirirdi. Karsel kitaplığımdaki tozlu raflardan bir roman seçmiş okuyordu. Dudakları düz bir çizgi hâlini almış, kirpiklerini içinde kaybolduğu satırlara doğru eğmişti.

Sessizce yanına yaklaştım. "Ne okuyorsun?"

"Sabahattin Ali, İçimizdeki Şeytan," diyerek kitabın kapağını gösterdi. "Bazı cümlelerin altını çizsem kızar mısın?"

"Hayır, nasıl istersen," dedim. Tamamen kendini kaptırıp, odaklanmış bir şekilde okumaya devam etti.

Bugün dokuz kişilik bir grup rezervasyon yaptırdığı için her zamankinden kalabalık olacaktı otel. Yeni konuklarımızı lobide karşıladım. Dört kişilik bir aile, her çocuğu için ayrı odalar istiyordu. Boş odamız olmadığını açıklamaya çalışsam da oldukça ısrarcıydılar. Ailenin ergen çocukları mızmızlanmaya başlamıştı. Anneleri ise başka bir otele gitmekle tehdit ediyor, bana sesini yükseltiyordu.

Hararetli tartışmamıza şahit olan Karsel, "Aklıma bir fikir geldi," dedi. "İstersen benim odamı ver. Ben de lobideki koltuğa kıvrılırım ya da masa başında kalırım."

Söylediği kötü bir fikir değildi. "Tamam, rahatın bozulacak ama sanırım birkaç günlüğüne idare edebiliriz."

Karsel odadaki eşyalarını toplayarak çantasına koydu. Etrafı düzenledikten sonra kadın ve kocasını onun kaldığı odaya aldık, çocuklarını ise yan odaya yerleştirdik. Gün boyunca, oteldeki yoğunluğun arasında Karsel ile yan yana gelememiştik. Ben mutfakta uğraşırken, o resepsiyonda durmak zorundaydı.

Sadece birkaç kez uzaktan bakmıştı bana. Ona öyle çok alışmıştım ki, aramızdaki kısacık bir oda mesafesi, dağlar varmış gibi geliyordu. Yüzünü görmek için çırpınırken, hissettiğim duygunun adı özlemdi.

Gece saat üç civarı, uyuyamadığım için sağa sola döndüğüm yatak, düşünmekten diken gibi sırtıma batıyordu. Bütün günümüz koşturmacayla geçmesine rağmen, bir türlü gözüme uyku girmiyordu. Daha fazla dayanamayıp ayağa kalktım. Sabahlığımı üstüme geçirdikten sonra odadan çıktım. Sessiz adımlarla lobiye yürüdüm.

Karsel, köşedeki tekli koltukta iki büklüm kıvrılmış, kollarını göğsünde birleştirmişti. Gözleri kapalıydı ve başı yan tarafa devrilmişti. Yüzünde masum bir ifade vardı. Önündeki sehpaya bıraktığı Sabahattin Ali kitabını elime aldım. Kenarını kıvırdığı sayfayı açtım.

"Birbirimize rastlamadan evvelki hayatımız sahiden birbirimizi aramaktan başka bir şey değilmiş. Ne aradığımızı bilmeden aramak... Şimdi içim rahat, aradığını bulan ve başka bir şey istemeyen biri gibi sükûnet içindeyim. Dünyada bundan büyük bir saadet olur mu?" yazıyordu altını çizdiği satırlarda.

Yüreğime dokunan bu cümleler, nedense tebessüm etmemi sağladı. Ben bu zamana dek, yalnızlığıma ortak olsun diye kimseyi aramamıştım. Belki de bu denli bir sevginin ne demek olduğunu bilmiyordum. Bir gün, aradığını bulmanın saadetine ermeyi çok isterdim. Fakat bir hayal kadar uzakmış gibi geliyordu.

Dolaptan kareli bir battaniye aldıktan sonra, Karsel'in üzerine örttüm. Bir kabustan uyanır gibi yerinde sıçradı. "Korkma benim, sana battaniye getirdim," dedim.

Uykulu gözlerini ovuşturdu. "En son kitap okuyordum ama koltukta sızmışım." Başıyla karşısındaki koltuğu işaret etti. "Otursana. Sen neden uyumadın?"

Bir Gün Üç SonbaharWhere stories live. Discover now