5. Bölüm: Yedi Kat El

176 11 0
                                    

5. Yedi Kat El

Hiç tanımadığım bir yabancıya, neden tutunacağı bir dal uzatmak istediğimi bilmiyordum. Yaprakları sararmış bir dal, onu bütün vazgeçişlerden kurtarabilir miydi?

Belki o, incinmekten korkan bir dalın yeniden yeşermesine sebep olurdu. Belki de büsbütün paramparça ederdi elleri, yapraklarını birer birer dökerdi yalanları. Kelimelerinin rüzgârı üşütür, gözlerinden taşan yağmurlar uzak diyarlara savururdu.

Odamın açık kalmış panjurlarından içeri güneş ışıkları sızıyordu. Ne giyeceğimi seçmek için antika dolabın önünde dikilirken, serin bir rüzgâr içeri süzüldü. Gri renkteki triko elbiseme uzandı ellerim. Eskiden bedenime tam oturan elbise şimdi bol gelmişti. Sanırım son haftalarda hiçbir şeyi iştahla yemediğimden, kaburgalarım sayılabilecek kadar zayıflamıştım. Saçlarımı taradıktan sonra dalgalarını ellerimle düzelttim. Kenarlarından aldığım iki tutamı arkada birleştirerek minik bir tokayla tutturdum.

Odadan çıkıp, mutfağa doğru yürürken burnuma keskin bir kahve kokusu geldi. Tezgâha yaslanmış bir şekilde kahvesini yudumluyordu Karsel. Geldiğimi fark edince, tezgâhın üzerinde duran siyah kupayı bana uzattı. "Sana kahve yaptım."

"Zahmet etmişsin," diye gülümsedim.

Ela gözleri gülümseyişimden başlayarak yüzümde gezindi. "Bu kez aydınlık mı sabahın?"

Dikkatli bakışları yanaklarımı pembeleştirmişti. "Evet, bu sefer kara bulutları kovdum."

"Hep böyle olsa keşke."

Kahve kupasını elime aldım. "Ya sen, nasıl hissediyorsun?"

"Sanki kimse beni bulamazmış gibi, her zamankinden daha huzurlu."

"Burada bile seni bulma ihtimalleri var mı?"

"Sanmıyorum, Atina'da olduğumu tahmin edemezler," dedi içimi rahatlatmak ister gibi. Ama ben çoktan tedirgin olmuştum.

Kahvaltı yaptıktan sonra resepsiyona geçtim. Annem uzun zamandır ilgilenemediğinden dolayı işler birikmişti. Alışveriş listesi yapmam ve faturaları hesaplamam gerekiyordu. Topuklu ayakkabı sesi lobinin zeminine vururken, gözlerimi girişe doğru çevirdim. Kısa boylu tıknaz bir adam ve tüylü şapkalı süslü bir kadın resepsiyon masasının önünde durdular. Karsel elinde küçük bir bavul tutmuş, tam arkalarında dikiliyordu. Ayağa kalktım, Yunanca konuşarak konuklarımızı selamladım. Beni anlamamış gibi yüzüme baktılar. İngilizce konuşmayı denediğimde aynı tepkiyle karşılaştım.

Bahçede rastladığı için onlarla ilk konuşan Karsel olmuştu. Yanıma yaklaştıktan sonra kulağıma doğru eğildi. "İngilizce bilmiyorlar, Alman turistlermiş," diye fısıldadı.

Kafam karışmıştı. "Almanca bilmiyorum ki, ne yapacağız?"

"İzin verirsen ben konuşayım," dedi Karsel. Başımı aşağı yukarı sallayarak onu onayladım. Kibar bir tebessümle konuklara Almanca sorular sordu. Masadaki deftere rezervasyon bilgilerini not aldı. "Üst kattaki manzaralı odalardan birini istiyorlarmış. Dört gün kalacaklarmış."

"Beni takip etmelerini söyler misin?" dediğimde, Karsel cümlemi konuklara çevirdi.

Yedi numaralı odanın anahtarını alarak merdivenlere yöneldim. Konuklarımız arkamdan geliyorlardı. Kilidini açtığım odanın duvarları beyazdı, gümüş renkli metal karyolanın başucunda, Eleni teyzemin elleriyle çizdiği manzara tablolarından biri asılıydı. Köşede çiçek desenli tekli bir koltuk, yanında ise üç kapılı antika dolap vardı. İçeri önden girdim ve mavi panjurları açtım. Kadın odayı beğenmiş gibi gülümseyip, memnuniyet dolu bir ifadeyle yanındaki adama baktı.

Bir Gün Üç SonbaharWhere stories live. Discover now