19. Bölüm: Ruh Tamircisi

78 2 0
                                    

19. Ruh Tamircisi

1 Temmuz 1992

Bir köşede unutulmuş bir romandım. Sararmış sayfalarımı biri okusun diye bekliyordum. Beni anlasın. Akıntıya kapılmış bir yapraktım. Yalnızlığımın siyah denizinde usul usul sürükleniyordum. Aynı şehirde soluk almanın, aynı göğe bakmanın çare olmadığı vefasız birini bırakıyordum ardımda. Çünkü Karsel beni yanında istemiyordu. İnkâr ettiğim bu gerçek, gün gibi ortadaydı. Ruhumu tamir edebilecek tek adam yaralarımdan kaçıyordu.

Bu şehirde tutunacak hiçbir şeyim kalmamıştı. Kalmak için bir sebep bulamıyordum. Sadece iki yol vardı önümde. Ya Balıkesir'deki yazlığımıza, babamların yanına gidecektim ya da Atina'ya annemin yanına geri dönecektim. Evlerinde kaldığım süre boyunca Polat amca ve Jale teyze bana çok iyi davransalar da misafir olma hissini sevmiyordum. Birlikte akşam yemeği yerken, yarın yola çıkacağıma dair planlarımdan bahsettim onlara. Her şey için teşekkür ettim.

Poyraz'ın yokluğu, beni uykulara küstüren bir sürgündü. Ne zaman kararsa tepemdeki bulutlar, aydınlığını esirgemezdi benden. Şimdi kapkaranlık kör kuyularda yapayalnızdım. Hiç güneş yoktu.

Kırgınlıklarımı doldurduğum koca bir bavulla yola çıktım. Gün dönüyordu. Ne zaman canı yansa annesine koşan küçük bir çocuk misali Atina'ya gitmeyi seçmiştim. Yolculuğumun sessizliği yüzünden son üç ayda yaşadığım her acı zihnimin derin sularından yüzeye çıkıyordu. Herkesi kırdığımı düşünürken, en çok kırılan ben olmuştum. Tamir edilemeyecek kadar küskün kalbim cam kırıklarıyla doluydu.

Atina'ya vardığımda, vosvosu otelin önüne park ettim. Eşyalarımı bagajda bırakıp dışarı çıktım. Yaz mevsimi sebebiyle otelin bahçesindeki küçük masalar müşterilerle doluydu. Lobiye doğru yürüdükten sonra resepsiyondaki zili çaldım.

Annem üstündeki pötikareli önlüğüne ellerini kurulayarak bana doğru yürüdü. Başını kaldırdığında göz göze geldik. Geniş bir gülümseme yayıldı yüzlerimize. Şaşkınlıktan iki eliyle dudaklarını kapattı. "Burada ne işin var Nehir?" diyerek telaşla yanıma koşturdu.

Kollarımı annemin boynuna sardım. "Seni çok özledim diye geldim."

"Ah yavrum, dur bakayım sana. Bir şey mi oldu?" Beni özlemle öpüp, iki elini yanaklarıma koydu. "Neden bu kadar çökmüş yüzün?"

"Yok bir şey, iyiyim ben," dedim. Ona İstanbul'da yaşananları anlatmayacaktım. "Eleni teyzem nerede?"

"Teyzen, Girit'e bir ahbabımızı ziyarete gitti. Önümüzdeki haftaya kadar dönmeyecek."

Sanırım annem sadece Poyraz gittiği için bu kadar üzgün olduğumu düşünüyordu. Evimizin kül olduğundan habersizdi. Sunay teyze ve babam hakkında hiçbir şey sormuyordu. Zaten ben de anlatmaya hevesli değildim. Konuyu açmaktan bilerek kaçınıyor, mavi gözleri geçmişi izleriyle uzaklara dalıyordu.

Buraya gelmemin annemi özlemek dışında bir sebebi daha vardı. Büyükannemin vefat etmeden önce yalnız yaşadığı, İthaka adasındaki evimize gitmek istiyordum. Belki biraz olsun kafamı toplayabilirdim. Fakat bugün yola çıkamayacak kadar bitkindim. Geceyi çatı katındaki odada geçirdim.

Sanki Karsel burada, benimleydi. Komodinde duran, yarım bıraktığı polisiye romanı okudum. Sayfaları çevirirken, elini çenesine yaslamış beni seyrediyordu. Benim için yaptığı pastanın mumlarını üflediğim, kırık sandalyede oturdum. Tam karşımda durmuş, beyaz bir gülüşle bana bakıyordu. Portremi çizdiği tuvali izledim uzun uzun. Elinde fırçasıyla tuvalin karşısında dikiliyordu. Birlikte uzandığımız yatakta, başını koyduğu yastıkta uyudum. Bana hiç bilmediğim bir masal anlatıp, saçlarımı okşuyordu. Çok ağladım ama ondan kalan hiçbir hatırayı unutmadım. Bir hayal olsa da yüzünün bir dakika bile aklımdan çıkmayışına tutundum.

Bir Gün Üç SonbaharWhere stories live. Discover now