21. Bölüm: Beyaz

66 3 0
                                    

21. Beyaz

1 Eylül 1992

Adadaki ilkokula vardığımda, geniş bahçesinde koşuşturan çocukların gülüşleri her yerdeydi. Kimi top oynuyor kimi arkadaşlarını kovalıyordu. Yaramazlıklarından çekinsem de çocukları çok severdim. Koridordan geçerken, öğrencilerin yaptığı resimlerle süslü panolara göz gezdirdim. Müdür odasının önünde durup, tahta kapıyı çaldım.

İçeri girdiğimde, Helen beni görmenin sevinciyle ayağa kalktı. "Ah, hoş geldin Nehir, ben de seni bekliyordum."

"Hoş bulduk Helen," dedim gülümseyerek.

Komşumuz Helen bu adada tanıdığım en şirin insanlardan biriydi. Kırk yaşlarında, açık kahverengi saçlı, oldukça bakımlı bir kadındı. Aramızdaki yaş farkına rağmen ona adıyla seslenmemi istiyordu. Geçen gün yolda karşılaşmış, ayak üstü sohbet ederken konservatuar mezunu olduğumu anlatmıştım. O da merkezdeki ilkokulda müdür olduğunu ve bir müzik öğretmenine ihtiyaç duyduklarını söylemiş, detaylı görüşmek için beni okula davet etmişti.

Aslında bu adaya gelirken temelli kalmak gibi bir planım yoktu. Fakat geri dönecek bir evimde yoktu. Adaya çok alışmıştım. Yaşadığım hiçbir yere benzemiyor, eşsiz doğası, samimi insanlarıyla hayat bir başka akıyordu. Üstelik yuva bellediğimiz bir yer vardı artık. Karsel'in bu kararıma nasıl bir tepki vereceğini bilmiyordum. Belki de onunla birlikte İstanbul'a taşınmamı söylerdi. Buna rağmen, Helen'in teklifini kabul etmek ve öğretmenliği bir süre denemek istiyordum.

"Son kararını merak ediyorum. Bizimle çalışmak ister misin?" dedi Helen kusursuz Yunan aksanıyla.

Şartları oldukça iyiydi, sadece haftada üç gün ders vermem gerekiyordu. Ayağa kalkıp, tokalaşmak için elimi Helen'e uzattım. "Çok isterim, buraya teklifinizi kabul etmeye geldim."

"Bunu duyduğuma çok sevindim. Senin harika bir öğretmen olacağına şüphem yok," dedi elimi sıkarken. "Umarım okulumuzu seversin."

"Seveceğime eminim."

Okuldan çıktıktan sonra bir süre kasabadaki küçük dükkanları gezdim. Bana soru soran bir turiste yolu tarif ederken, sahiden adanın yerlisi gibi hissettim kendimi. Caddedeki küçük esnaf artık beni ve Karsel'i tanıyor, hatta neden yanımda olmadığını soruyorlardı.

"Şu yakışıklı delikanlı yok mu bugün?" dedi her zaman meyve aldığımız manav.

Karsel'in dilini bile konuşamadığı insanlara kendini sevdirmiş olması çok güzeldi. Kendi kendime gülümsedim. "Kısa bir iş seyahatine gitti, yakında geri dönecek."

Mutfak için alışveriş yapıp, elimde poşetlerle eve geri döndüm. Soğuk bir duşun ardından üzerimi giyinip, çiçek desenli fularımla uzun saçlarımı topladım. İnsanı eriten sıcak bir vardı. Belki biraz olsun rüzgâr serinletir diye bütün pencereleri ve kapıyı açtım. Bahçeye ektiğim taze çileklerim, domateslerim büyümüştü. Çarşıdan yeni aldığım tohumları toprağa ekerek, akşam çökene dek küçük bostanımla oyalandım. Bahçe işleriyle ilgilenmek bana terapi gibi geliyordu. Çilekleri topladıktan sonra mutfak lavabosunda yıkamaya başladım.

Ansızın, sinsice yaklaşan iki el gövdeme sarıldı. Hiç ürkütmemişti, çünkü bu eşsiz kokuyu tanıyordum. Karsel tam arkamdaydı, nefesini ensemde hissedebiliyordum. Sözünü tutmuştu. Kaybettiğim neşemi beraberinde getirmişti. Ellerimi belimin etrafında birleştirdiği ellerinin üzerine koydum.

Boynumdan öperek, çenesini omzuma yasladı. "Seni ne kadar özlediğimden haberin var mı?"

"Geri dönmeyeceğinden öyle korktum ki..." dedim yüzümü ona dönerek.

Bir Gün Üç SonbaharWhere stories live. Discover now