25. Bölüm: Kum Saati

53 2 0
                                    

25. Kum Saati

5 Ocak 1993

Karsel'in boylu boyunca uzandığı tekerlekli sedye ameliyathane kapısında durdu. Başında bone takılıydı ve ameliyat önlüğü giyiyordu. Yüzünde bana cesaret veren, umut dolu bir ifade vardı. Elini hiç bırakmayacakmış gibi sıkıca tutuyordum.

"Benden beş dakika bile ayrı kalamadığını biliyorum ama birkaç saat sonra görüşürüz sevgilim," diye fısıldadı.

"Çok bekletme." Sedyeye doğru eğildim ve alnına küçük bir buse bıraktım. "Seni seviyorum."

"Seni çok seviyorum," dedi ardına korkularını sakladığı parlak gülümsemesiyle.

Önce kenetlenmiş parmaklarımız birbirinden ayrıldı sonra görevliler sedyeyi içeri sürükledi. Cam kapı kapandığında, tek elimle dudaklarımı kapattım. Şimdiye dek biriktirdiğim bütün gözyaşlarımı serbest bıraktım. Artık güçlü durmama gerek yoktu. Beni artık taşımayan dizlerimle yere çöktüm. Acı dolu haykırışlarım hastane koridorunu inletiyordu.

Funda teyze beni yerden kaldırdı. Bir kolunu omzuma dolayıp, kapının girişindeki koltuklardan birine götürdü. "Ağlama kızım, her şey düzelecek. Karsel iyi olacak."

"Biliyorum," dedim başımı Funda teyzenin göğsüne yaslayarak. Şu an teselli bulabileceğim tek kişiydi. Ne babama ne de anneme Karsel'in ameliyat olacağı günü söylememiştik. Sadece hastalığından haberdarlardı. Karsel kimseyi üzmek, telaşlandırmak istemiyordu.

Onu beklerken, sanki dakikalar saatlere, saatler upuzun günlere dönüştü. Zaman kör bir kuyuya aktı ve ben o karanlık kuyunun en dibinde kısılı kaldım.

Emir, karşımda tedirgin adımlarla volta atıyor, Karsel için ne kadar endişelendiği gözlerinden okunuyordu. Düşünceli bir şekilde kol saatine baktı. "Çoktan beş saat geçti. Ama hâlâ bir haber yok."

"Doktor ameliyatın uzun sürebileceğini söylemişti," dedim kısık sesimle.

Takım elbiseli, uzun boylu bir adam, koridorun sonundan bize doğru yürüdü. Şişmiş göz kapaklarım, puslu görüşümle kim olduğunu seçmeye çalıştım. Funda teyze ayağa kalkıp, adamın yanına gitti. "Ne işin var senin burada?" dedi öfkeyle.

"Sadece oğlumun durumunu merak ettim," dedi adam. Funda teyze elini havaya kaldırdığında, adam bileğinden yakalayarak tokat atmasına mâni oldu.

Vural karşımdaydı. Dikkatli baktığımda tıpkı Karsel'e benziyordu. Aynı ela gözler, kumral saçlara sahipti. Sadece yüzüne yerleşen kırışıklıklar yaşını belli ediyordu. Ellili yaşlarının ortasında bir adamdı. Karakterine zıt, yumuşak bir ifadesi vardı. Onun kötü bir adam olduğunu bilmesem, iyi birine benzetebilirdim.

"Bir oğlun olduğu şimdi mi aklına geldi?" diye haykırdı Funda teyze. Emir onu kollarından tutarak, Vural'dan uzaklaştırmaya çalışırken bağırmaya devam etti. "Sana asla baba demeyecek birine oğlum diyemezsin!"

Vural sessiz kaldı, başını yere eğmekle yetindi. Göz göze geldiğimizde, benim yanıma doğru yürüdü. "Merhaba Nehir, ben Vural Kaplan," dedi tokalaşmak isteyerek. "Seninle yalnız konuşabilir miyiz?"

İlk defa karşılaşmamıza rağmen beni tanıyordu. Bana uzattığı elini sıkmadım. "Ne konuşacaksınız?"

"Önemli bir konu," dedi ciddi bir ifadeyle. "Sadece bana birkaç dakikanı ayırmanı rica ediyorum."

Funda teyze ve Emir'in gözleri üzerimdeydi. Güç bela ayağa kalktım. "Peki," dedim isteksizce.

Dışarı çıkarken, bezgin adımlarla onu takip ettim. Ağaçlarla çevrili hastane bahçesinde, bizden başka kimse yoktu. Vural köşedeki banklardan birine geçti. Aramızda mesafe bırakacak kadar bankın ucuna oturdum ve kollarımı göğsümde bağladım.

Bir Gün Üç SonbaharWhere stories live. Discover now