AŞKIN MANSUR HALİ/ Bölüm:22

6.1K 719 63
                                    

İnsanoğlunun en eski erklerinden birisidir aşk. İradesinin en fazla sınandığı, benliğini, bir çok muharebede savunamayıp teslim ettiği yegane duygudur. Dağları yerinden oynatan mağrur komutanlar bile gün gelmiş bir gül yüzlü dilberin önünde diz çökmüştür çoğu zaman. Kendi ezgisini çalan bir arp gibidir aşk. Çağlar açılıp kapansa da kendi notlarını çalmaya devam eder.


Mansur, arkasında bıraktığı gül yüzlü yarinin sıkıntısı bir omzunda, önünde ona bakan ela gözlü minik kadının sancısı öbür tarafında, kalakalmıştı uçsuz bucaksız bir maveranın avucunda. Sophia'nın çalıştığı mekana geldikleri bir saat süresince ikisi de hiç konuşmamışlardı. Sadece Lara'nın durmak bilmeyen bir heyecanla yaptıklarını ablasına anlatma çabaları dolduruyordu sessizliği.


Mansur, kirpiklerinin arasından kaçamak bakışlarla anlamaya çalışıyordu kadının halini. Yüzüne daha bir renk gelmişti sanki geçen aylarda. Onun yanından ayrılan yüzü kirece çalan kadından eser yoktu artık. Kadının yanaklarındaki kırmızılık yaktı bir kere daha canını. Kadın onun yanında hep solmaya yüz tutmuş bir menekşe gibiymiş de anlamamıştı gözleri onca zaman.


Bencilliğinin sıcağında kavruldu yüreği. Kadının onun olması gerektiğine o kadar inanmıştı ki görememişti köklerinden çekilen hayat suyunu. Kadının gün ve gün eridiğini görememişti.

"Bu minik su perisinin karnı acıkmıştır Sophia. Hadi bana ver onu da biraz yemek yedireyim. Baksana şu yavrucağa bir lokmacık kalmış. Bakmıyorlar mı buna sizin memlekette!"

Mansur, ona kendi dilinde söven hafif toplu kadına keyifli bir tebessüm armağan etti. Orta yaşlı kadın onun bu gülüşü karşısında istavroz çıkararak bir şeyler mırıldanarak Lara'yı mutfağa doğru götürdü.

"Ne dedi giderken?" diye sordu Mansur, sıradan bir konudan bahsetmek güvenliydi onlar için.

"Bu çocuğun halka açık yerlerde gülmemesi lazım dedi." Diyerek hafif bir tebessümle cevapladı onu Sophia.


Mansur, kadının tebessümünün verdiği hazla genişletti gülümsemesini. Gülmek yakışıyordu Sophia'ya. Menekşe yaprağına ilişmiş bir yağmur tanesi kadar güzel oluyordu kadın gülümsediğinde.

"Neden geldin Mansur?" diye sordu Sophia. Yüzünde az önceki tebessümden eser kalmamıştı. Ela gözleriyle araştırıyordu Mansur'un yeşillerini. Bakışlarında bir farklılık vardı kadının. Daha hoyrat daha acık bakıyordu kadın artık. Çekinmiyordu Mansur'un ormanlarında tekinsiz dolaşmaktan.

"İyi olduğundan emin olmak istedim Sophia..." diye yanıtladı kadının sorusunu ve devam etti.

"İyi misin?"

Sophia, mekanın ilersindeki tezgahın arkasına kaçamak bir bakış attı önce sonra gözlerini çevirdi Mansur'a doğru. Tam içine saldı elalarını. Mansur'un ormanlarında gezindi ela gözlü kırlangıçlar.

"Ben iyiyim."

"Gerçekten mi?"

"İyi olmasam ne yapacaksın Mansur? Neden geldin buraya?"

"Ben, yani..."

Öykü'de bunu sormuştu diye geçirdi içinden. İyi değilse ne yapacaktı gerçekten. Ya Sophia çok kötüyüm benimle kal derse ne yapacaktı.

Sophia, kırgın gözlerle bakıyordu şimdi ona. Kadının gözlerindeki hüzün yaralıyordu kalbini. Yanıyordu Mansur'un vicdanı İstanbul kadar. Tam o sırada elini uzattı kadın, ona doğru. Gözlerinden karlar yağarken ela denizlere doğru, santim santim yaklaşıyordu parmakları avucuna.

ESVEDWo Geschichten leben. Entdecke jetzt