55. Mahşer

19.4K 1.1K 165
                                    

Ayakları geri geri gidiyordu Esved’in… Bunca yıl bunca kaybetmişlik varken arada nasıl çıkacaktı Nefes’inin karşısına. Nasıl diyecekti “Ben geldim.” Diye. Nasıl saklayacaktı yeni akıttığı kanların elinde bıraktığı kokuyu. Her bir adımda, aslında tam tersi istikamete kaçıyordu adamın ruhu…

Kapının önüne gelince derin bir nefes çekti içine… Kalbi çeperlerini kırmak istercesine çarpıyordu. Adam çok yol kat etmişti ama bu sefer, bu kapı milattı onun için. Öncesini silecek, yeniden diyecekti. Özlem adamın bedeninden ayrı bir varlığa bürünmüş, gözleri heyecandan kocaman açılmış bir şekilde dikiliyordu yanı başında. Ellerinde ki can kırıklarına merhem olsun istiyordu, kapının hemen ardındaki güneş saçlı kadın.

Adam, bir adım sonra mizanın başına geçecekti. O kadar kapanmamış hesabı vardı ki heybesinde… Onun için terazinin hangi yanı yüksek çıkacaktı bilmiyordu. Nefes’i bir kez daha tutacak mıydı ellerinden? Bilmiyordu… Bu kana,cana ve başkalarının kaderine bulanmış elleri, sarabilecek miydi kızının saçlarını bilmiyordu. Adam bir an sonrasına dair hiçbir şey bilmiyordu. Bir uçurumun kenarında, Hızır’ı bekliyordu…

Çaresiz bir adım attı içeriye, boş mekandaki masaları izledi gözleri ilk olarak. Nasılda sevdiği kokuyordu her yer. Duvarda asılı kemana kaydığında gözleri, anılar canlandı gözlerinde birer birer… İlk aşka düştüğü an,ilk yenildiği an ve aşkla ilk ayağa kalktığı an… Bu kadın ömrüne yazılmıştı satır satır. Adam, onsuz buruşturulup kenara fırlatılan bir kağıt parçasından farksızdı. Tekrar sızladı aşka düşen yanları… Bir umut diledi Yaradan’dan…  Yaşayabilmek için…

Sanki ona seslenmişler gibi başını çevirdi ansızın… Oradaydı işte hayatının şirazesi… Adamın kırık,yıkık,kendinden kaçan ne kadar parçası varsa hepsini birbirine toplayacak olan tam gözlerinin önündeydi, bir nefes uzağında…  Şimdi gitse belinden sarılıp çenesini omzuna dayasa,çekse içine melekleri kıskandıran kokusunu… Çok merak ediyordu bu aşık,maşuğunun kokusuna sinen bebeğinin kokusunu…  İkisi birleşince cennet gibi kokuyorlardı muhakkak diye düşler kurmuştu sabahlara kadar… Aklını kaybetmenin eşiğine her geldiğinde, bu kadının kokusuna bir kere daha bulanmanın hayaliyle kaçabilmişti peşindeki hayaletlerden…

Muhtaçtı adam, kadına gün ışığına muhtaç olduğu kadar… Su gibiydi kadın, gerekliydi,zorunluydu… Olmazsa yaşanamayacaktı kadın onun sözlüğünde… Ne kadar istese de kaçamayacağıydı…

Güneş ışığı kendisine aydınlık bulurken kadının saçlarında, Esved bir kez daha kahretti kendi karanlığına. Bir kez daha kahretti yaşamak zorunda kaldıklarına… İlk günahından son günahına kadar ellerindeki her bir iz alevler içinde yanıyordu şimdi. Nasıl diyecekti bu ışık huzmesine beni sar diye?

Bir göz kırpması kadar düşündü adam. Başka birisi olsa olmaz mıydı? Esved’i geride, ait olduğu karanlıkta bıraksa yeniden başlasa hayata olmaz mıydı? Bu kadına yeni bir aşk verse olmaz mıydı? Neden olmasın dedi sonra ve ayakları ona sormadan hareketlendi…

Lumina ona yaklaşan hareketi fark ettiğinde gayri ihtiyari o tarafa doğru döndü. İşte o  an yer kadının ayağının altından kayıp yokluğa karıştı. Karşısında ona doğru yürüyen bu beden, olsa olsa çaresizce gördüğü gece düşlerinin, gün ışığı versiyonu olabilirdi. Yoksa ona ulaşan bu koku, biriciğinin, canının, özünün, hayat anlamının, başının, sonunun, dünyasının ve dahi ahretinin kokusu olmazdı. Hayalleri bu kadar acımasız olamazdı. Hayat bu kadar adi oyunlar oynayamadı yaralı bir kadına.

Çırpınan kalbinin üzerine yasladı avuç içini. Karşısındaki hayal ona doğru gelmeye devam ediyordu. “Acaba ölüyorum da beni mi almaya geldi?” diye düşündü bir an. Aşık yanı bu ihtimalle bayram şenliklerine başlayacakken, anne yanı karalar bağladı. Nasıl bırakacaktı eksik bebeğini bu dünyada yalnız başına. Baba kokusu duymamış yavrusu anne kokusuna da hasret mi kalacaktı? İçi yandı kadının. Arafta sallandı ruhu bir an…

ESVEDWhere stories live. Discover now