AŞKIN MANSUR HALİ / Bölüm: 3

12.7K 935 76
                                    


Bir dua değiştirir miydi kaderini insanın? İçten kopan, dünyanın en merhametli makamından süzülen çaresiz, aciz bir iki mısra sarı saçlarına tutunmuştu Mansur’un… Kara yağız bir oğlan, en fazla bir iki yaş büyük Mansur’dan, kalbiyle mi işitti o duayı bilinmez, sanki kanatlarıyla yetişmiş gibi adamın elinden silahını alıp, en adaletli mahkemenin huzuruna yolladı adamı saniyeler içinde. Ama yinede ateşlenmişti silah ve ikinci kurşun Mansur’un vücuduna yuva yapmıştı…

Mansur, üzerine yığılmış annesinin hala sıcak tenine sarılmışken, önündeki manzaranın kırmızılığıyla daha bir kavlamıştı gözleri. Çok erken büyümüştü de Mansur, o gün o saniye hatta, yıllanmış bir kavak ağacı gibi dikilmişti hayat yolunda. Artık çocuk değildi, artık annesinin kınalı kuzusu değildi artık şefkatli parmaklar okşamayacaktı saçlarını, dindirmek için sırtında açılan yaraları…

O an büyümüştü büyümesine de yine de sığınacak bir liman aramıştı henüz genç olan gözleri ve karşısında silahı tişörtüyle  temizleyen siyah gözlü çocuk, o an için sarılabileceği tek daldı. Ama bir kez olsun dönüp bakmamıştı çocuk ona, sanki her gün yaptığı normal bir şeymiş gibi adamın üzerine fırlatıvermişti elindeki silahı. Sakin adımlarla uzaklaşacakken, bacaklarına sarıldı Mansur…

O an iki çift kara elmas, kendi orman yeşilleriyle karşılaştığında, annesinin sesini işitir gibi oldu Mansur, “Bu kara gözlü yağız oğlan senin kardeşin olacak” diye fısıldamıştı sanki kulağına…  Daha bir sıkı kavradı eliyle bacaklarını, hayatla arasında ki, örümcek ağından hallice bir bağdı o bacaklar o an. Gözleri kararırken iki kelime firar etti dudaklarında;

“Bırakma Beni…”

İki kelime yıllarca sürecek bir kardeşliğin mührü olmuştu, iki kelime hayatta yalnız başına dolaşan bu iki ruhu birbirine dost yapmıştı. Kelimeler bağlardı insanları birbirine, Mansur dudaklarından takatsiz bir şekilde fısıldadığı bu iki tılsımlı kelimeyle kaderine yol vermişti, yaptığından habersiz…

Ellerinden çekilirken bütün takati, gözleri de onlara uymuş usulca kapanıvermişti. Hatırlamıyordu sonrasını…  Oysa o yağız delikanlı bir süre onun ve annesinin başında kala kalmıştı öylece. “Git!” diyordu bir tarafı, “Senin yolun ölüm, yanına yörene iliştirme hiç kimseyi. Bak bu çocukta kardeşlerin gibi sarı güneş gibi parlıyor, kara kaplı kaderine üç kurban yetmedi mi? Daha fazla kurban bırakma arkanda!”

Ama bir tarafı da annesinin cansız kollarıyla sarılan bedene bakıp, “Kardeşlerini kurtaramadın ama bu çocuğu kurtarabilirsin! Kendine bir yaren bulabilirsin! Kuşlar bile tek değilken dünyada sen neden yalnız kalasın çocuk! Hem şimdi giderse bu çocuğun katili de sen olmayacak mısın?!” diye naralar atıyordu.

Uzun zaman sonra kendisi için bir şey yaptı çocuk. Annesinin artık soğumuş bedeninden kurtarıp sırtına aldı çocuğu, arabasına kadar taşıyıp arka koltuğa yatırdığında, kapıda bekleyen adama dönüp annesinin yerini tarif etti. Onlar annesinin yanına giderken çocuk hızla hastaneye doğru yol alıyordu. Bir taraftan da dilinde dua misali tekrarlıyordu;

“Dayan çocuk! Beni bırakamazsın! Dayan!”

Hastane odasında Mansur’un hemen baş ucunda oturuyordu Esved. Artık yanında ki çocuğun bir adı vardı. Tüm bilgilerini öğrenmişti iki gün içinde. Mansur Hekimoğlu, 14 yaşında.  O uyurken kendi elleriyle defnetmişti annesini. Mecbur hissetmişti kendisini, garip bir hisle biliyordu ki uyandığı zaman eğer annesini onun gömdüğünü öğrenirse daha rahat edecekti. İçinden geçenleri yapıp uzun yıllardır istediği gibi davranıyordu Esved.

ESVEDOnde histórias criam vida. Descubra agora