AŞK'IN MANSUR HALİ / Bölüm:2

14.3K 949 79
                                    

17  yaşında bir tazeydi Sultan. Hem yetim hem öksüzlük yazılmıştı kaderine.  Varoş bir hayat her zaman zordur da, Sultan’ın ki daha bir zordu. Gözleri görmeyen babaannesiyle yaşayıp gidiyordu tek odalı evlerinde. Her gece binlerce kez şükür ediyordu üzerlerindeki çatıya. 

  

Sarı buğday başakları gibiydi Sultan. Sivri çenesi  badem gözleri ve minik burnuyla nazenin bir kızdı. Filiz Akın’ benzetirlerdi mahalledeki kızlar onu. Çokça da kıskanırlardı. Mahallenin bütün gençleri onun peşindeydi çünkü. Ama bir tanesine bile başını kaldırıp bakmışlığı yoktu Sultan’ın.

  

Günler birbirini kovalarken, evinde işlediği etamin işlerini kapalı çarşıya götürürken, sırtında taşıdığı büyük çuval birisine çarpınca dengesini kaybedip yere düşmüştü genç kız. Hangisine  yansın bilemedi genç kız ilk önce, üzerinin pislenmesine mi, canım işlerinin yerlere dağılmasına mı?

  

Yerden kalkmadan dizlerinin üzerinde saçılan işleri toplamaya başladı. Dizleri acıyordu evet ama işler o anda daha önemliydi onun için. Evde kaynayacak bir tencere demekti ve dahi ekmek aş demekti o minicik parçalar. Gözlerinden sicim gibi yaşlar dökülürken, başka bir elin kendisine yardım ettiği fark etti.

  

Başını kaldırıp baktığında yemyeşil gözlerle karşılaştı ilk önce. Kendisine tezat simsiyah saçlar çekti dikkatini sonra, nasılda gürdü adamın saçları. Uzun parmaklı bir el uzandı ona doğru, kendi minik elini adamın dünyaları taşıyacakmış gibi duran avucuna bıraktığında, kalbinde bir kırlangıç kanat çırpmaya başladı.  Ayaklanınca usulca çekti elini adamın elinden. Yüzüne bile bakmadan toparladığı işleri kucaklayıp hızlı adımlarla uzaklaştı yanından.

 Bir hafta sonra Babaanne’si yanına çağırdı gül goncasını. Biricik oğlunun yadigari bu nazlı çiçeği başına bir hal gelmeden yerine yerleştirmekti tek derdi. Artık iyice kocamıştı bedeni, görmeyen gözleriyle yetemiyordu biricik torununa.  Bir kısmeti vardı torununun, dünürcü gelen komşusu aileyi çok övmüştü.

  

Yamacına çekti yavrucağını. Ellerini okşadı uzun bir süre, derin bir nefes çekti yorgun bedenine.  Kısık sesiyle konuşmaya başladı;

 “Sultan’ım, artık gelinlik çağın geldi.  Ben artık kocadım, istiyorum ki seni emanet edeceğim bir yerin olsun.”

 Sultan sus pus oldu bir anda. Nedendir bilinmez aklına yemyeşil gözler geliverdi bir anda. Ama babaannesine karşı çıkmayı aklına bile getiremezdi. Hiç üzmemişti bu yaşına kadar onu. Cılız bir sesle cevap verdi;

“Sen nasıl istersen Babaanne…”

  

Demişti demesine ama içinde ki sıkıntı gün geçtikçe büyümeye devam ediyordu. Bir hafta boyunca evin her yeri en ince ayrıntısına kadar temizlendi.  Yeni elbiseler alındı Sultan’a, saçları için kuaföre bile gönderdi babaannesi onu.

  

Akşam, nazlı nazlı çökerken ev gelecek misafirler için hazırdı ama Sultan olacaklara hazır değildi. Kalbi kafesinde taklalar atarken arada sırada heyecandan midesi bulanıyordu. Etrafı biraz flu görüyordu gözleri.  Aklındaki yeşil gözleri uzaklaştırmaya çalışırken, çalan kapının sesiyle yerinden sıçradı.

  

Seri adımlarla kapıya ulaşıp derin bir nefes aldı ve kapıyı açtı. “Hoş geldiniz…” dedi ama başını kaldırıp bakmaya elvermedi minik kalbi. İçeri geçenlerin ayaklarına bakarak bekledi son kişinin içeri girmesini. Oturma odasına buyur edilen misafirler yerleştiklerinde kapının yanında dikildi Sultan, gelinler öyle yaparlardı çünkü.

ESVEDHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin