44. Doğmak~

21.9K 1.2K 133
                                    

Esved’in içinde depremler oluyordu. Toprak bütünlüğünü tehdit diyordu ahusu. Aşkının şiddetiyle yeniden doğuruyordu onu içindeki toprak. Bedeni yeniden yaratılıyordu sanki, sadece Lumina için…

Kadın minik parmaklarıyla ruhuna tırmanıyor tozlu bir halıyı silkelercesine toza dumana katıyordu içinde birikmiş ne varsa. Kadın onu yeniden doğuruyordu…

Bir kere daha eski Esved olabilir miydi? Eskiye dönebilse bile aynı adam olabilir miydi? Bedeninin her yarasını Lumina’yla yeniden diktikten sonra ortaya çıkan adam eski Esved olabilir miydi? Eski Esved kimdi sahi? Nasıl bir adamdı? Ne hisseder ne yaşardı? Ya da yaşamış mıydı Lumina’dan önce Esved? Göğsü sıkıştı bir kere daha.  “Ben buradayım koçum! Artık eskisi gibi atmıyorum! Eskisi gibi kanmıyorum!” naraları atıyordu içinin bir yanı.

Lumina’nın parmakları kasıldı. Uykuya daldığından beri aralıklarla uyanır gibi oluyor Esved’in kolunu tutuyor, anlamsız bir iki cümle söylüyor ve yeniden uykuya dalıyordu. Yanında yatan kadının alnına yapışan saçlarını yüzünden uzaklaştırdı Esved. Ah nasılda yakışmıyordu kömür karasına, kan kızılına karışmış elleri bu kızın duru tenine…

Baş ucundaki saatine baktı. Gitmeliydi… Sessizce kalkmaya çalıştı ama anında mavi gözleri açılmıştı Lumina’nın. Korku dolu bir ifadeyle süzdü Esved’i.  Bir an sonra rahatlamıştı.

“Mansur’a gidi..yorsun?”

Esved’in dudağı hafif titreyerek havalandı. Bu kadın gözlerinde ki izleri bile okuyabilirken Allah aşkına nereye kaçacaktı?

“Mansur’a gitmem lazım  Nefesim…”

“Geleceksin!”

Soru değildi elbette. Son sözü söylüyordu Lumina. Esved’in sonunu yazıyordu nefesinin buğusuyla. Esved her zaman Lumina’ya gelecekti. Tüm yollardan tüm yaralardan tüm sağanaklardan sonra…

Lumina gönül mendiline nakış nakış işlemişti Esved’in bütün sıfatlarını, hangi yiğit dayanabilirdi o mendilin kokusuna…

Alnına bir buse kondurduktan sonra üzerini giyinip dışarı çıktı. Eline aldığı telefona tek kelime söyleyip arabasına atladı. "Gel..." Arkasındaki kara gölgelerden, ömrünün en kadim aydınlığına kaçıyordu adam. Yazısına ilişmiş en eski yarığa… Öyle bir yarıktı ki bu açıldıkça,yayıldıkça kötü yanlarını uzaklaştırıyordu adamın…

<< ~~~~~ >>

Mansur, kalıbına sığmayan kaygılarla bakıyordu can dostuna. Esved’in içi yanıyordu ama bu sefer ki dumanı hiç tanımıyordu Mansur. Bir başka yanıyordu Esved… Yanardağlar gibi içinden kaynıyordu Can yoldaşı. Kaç saattir buradalardı? Gece, Güneş’le  birkaç saliselik vuslat yaşayıp yeniden ayrılığın kollarına dönmüştü çaresiz. Şimdi Güneş, sevdiğini kaybetmenin derdiyle yanıyordu için için. Yangını ışık olarak düşüyordu yer yüzüne…  Yanarken ışıldıyordu aşıklar sonsuzluk salıncağında…

Ağır hareketlerle döndü Esved, adam yüzyılık bir acı taşıyordu sanki sırtında. Sanki dünyada ki bütün aşıkların derdi gelip adamın omuzlarına tırmanmıştı bir günde. Mecnun kadar yanıyordu adam, Kerem kadar tütüyordü, Ferhat kadar acılıydı bakışları… Bir dağ vardı önünde, kendi korkularından peydah olmuş…

“Kalbim… Kalbim cızırdıyor be Mansur. Hani nargilenin közünden kırık ince ve çaresiz bir ses yükselir ya, işte aynı öyle cızırdıyor kalbim. Ben aşktan başka bir şey göremiyorum Mansur. Kendime bile aşkla bakıyorum artık. Lumina’nın ektiği tohumlar fidana durmuş çoktan ellerimde. Onsuz, bir an bile geçmiyor aklımdan.”

“Neden onsuz kalasın Esved? Lumina seni göndermiyor ki yanından aksine kalbine saklıyor seni tüm kötülüklerden. Sende sığın ona kardeşim. Erkeğin en gizli sığınağıdır sevdiğinin yüreği. Hiçbir namert sokulamaz o kuytulara”

Esved, gözlerinin kapısından ruhunu seyrediyordu Mansur’un. Bu civan kardeşi kendi ruhunun deliklerini önemsemeden, elindeki son damlayı da onun kuruyan yanlarına serpiyordu. Kardeşi onun ruhunun enkazının başından bir saniye olsun ayrılmıyordu. Mansur, Esved’i hiç bir savaş alanında yalnız bırakmıyordu.

Oysa ikisinin gönlünü yan yana koysalar, oturup saysalar gönül kırıklarını Esved sadece 3 kırıklık öne geçerdi. İkisinin de yüreğini kaldırıp baksalar istisnasız arkasından yıldızlar görünürdü. Mansur kendi yaralarından önce sarıyordu kendisininkileri.  Mansur bir kez daha kendi gönlünü Esved’in kine feda ediyordu.

“Ben… gidemem artık Mansur. Gidebilmem için şu uçurumdan yuvarlanmam gerekir ki onu da kendi isteğimle yapamam. Bilirim çünkü arkamdan ahu gözlümde atar kendini yağız kayalıklara… Esved, yeniden doğuyor kardeşim. Mavi gözlü bir ahunun avucunda yeniden uzanıyor dalları… Kan damlamış bütün kuytularını aşkla yıkayacak artık.”

Mansur kartal kollarıyla sardı dostunu. Gözlerinde şenlik ateşleri yanıyordu. İçinde, yeni aldığı topacını arkadaşlarına göstermek için uçar gibi koşan bir çocuk dolaşıyordu. Hiç olmayan uçurtmaları salınıyordu nazlı nazlı gökyüzünde… Pamuk şekerin pembesine dalıp gitmişti başka bir köşede kıvırcık saçlı bir masum.

“Doğacağız Esved’im! Senin bedeninde yeniden doğacağız kardeşim!” 

<< ~~~~~ >>

Sen buna bölüm mü diyorsun diyerek yüzüme fırlatmayın olur mu? Elimden fazlası gelmiyor bu şartlarda ne yazık ki... 

SAHRA raflarda unutmayalım olur mu? 

ESVEDWhere stories live. Discover now